DOLAR

32,8560$% -0.61

EURO

36,0150% 0.08

GRAM ALTIN

2.551,53%0,06

ÇEYREK ALTIN

4.184,00%-1,32

TAM ALTIN

16.760,00%-1,32

BİST100

11.156,20%0,15

BİTCOİN

฿%

LİTECOİN

Ł%

ETHEREUM

Ξ%

RİPPLE

%

a
Mehmet Yüce

Mehmet Yüce

21 Temmuz 2024 Pazar

Aliyev’in İkinci Şuşa Medya Forumunda Verdiği Mesajlar

Aliyev’in İkinci Şuşa Medya Forumunda Verdiği Mesajlar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Azerbaycan’ın kültür başkenti Şuşa’da 20-22 Temmuz 2024 tarihlerinde düzenlenen “Yanlış Haberin İfşası: Dezenformasyonla Mücadele” temalı “İkinci Şuşa Medya Forumu”, 50’ye yakın ülkeden 150’den fazla yabancı konuk, 30’a yakın ülkenin haber ajansı, 3 uluslararası örgüt ve 82 medya kuruluşu temsilcisinin katılımıyla gerçekleşti. Forumun Karabağ Zaferinin sembolü olan Şuşa’da yapılması ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in katılması dünyanın dikkatini üzerine çekmiştir. Forumu’nda açılışında yaptığı konuşmada hem bölgesel hem de küresel medya ve siyaset açısından önemli mesajları içeren Aliyev’in konuşması dünya kamuoyunun dikkatini çekti ve birçok medya kurumu bu mesajları ana sayfalarına taşıdılar. Forumda gazeteci ve uzmanların sorularına cevap veren Aliyev’in verdiği bazı önemli mesajlar şunlardır:

Haberyum Mehmet Yuce

Uluslararası Medya Yalan Haber Yayınlamaktadır.

Günümüzde dünyada yalan haber mağdurları giderek arttığı belirten Aliyev, Azerbaycan hakkında uluslararası medyada gerçeğe aykırı bilgiler yayıldığını belirtmiştir. Azerbaycan’ın uzun yıllar boyunca yalan ve gerçek dışı haberlerin kurbanı olduğunu, özellikle Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmalarda Ermeni diasporasının çabasıyla Ermeni yanlısı politikacılar, medya temsilcileri Azerbaycan’a saldırdıklarını, olayları gerçeklikten çok uzak bir şekilde dünya kamu oyununa sunularak Azerbaycan’ın itibarını zedelediklerini  ifade eden Aliyev konuşmasını şöyle devam etmiştir:

“Biz etnik temizliğin kurbanı olduk, işgalin kurbanı olduk. Bu durum 30 yıl devam etti. Ancak bizi dünyada saldırgan olarak tanıtıyorlardı ve medyanın bu konuyu aydınlatması, siyasi motivlere dayanan mesajlar ve kararlar sonucunda biz uluslararası yaptırımlara maruz kaldık. ABD 1992 yılında Azerbaycan’a karşı yaptırımlar uyguladı. Biz işgalin ve saldırının kurbanı olduk ve o zaman kongrenin Ermeni yanlısı temsilcilerinin çabaları sonucunda bize karşı yaptırımlar uygulandı. Yani, bu, absürt bir durumdur ki, insani krize maruz kalan, bir milyon mülteciye sahip olan, işgal edilmiş toprakları tamamen yıkılan bir ülke yaptırımlara maruz kalmıştır. O zaman uluslararası medya ağlarına o kadar da erişim imkânımız yoktu. Biz bağımsızlığını yeni kazanmış bir ülkeydik ve ciddi çabalar göstermeliydik. Bize öyle geliyordu ki, mesajımızı iletemiyoruz. Kendimizi suçluyorduk, kaynaklarımızı seferber ediyorduk, uluslararası kamuoyunu bilinçlendiriyorduk. Daha sonra anladık ki, birçok insan, çeşitli bireyler bizim mesajları duymak istemiyor, durumu tamamen farklı şekilde sunmak istiyor. Bu nedenle bu meseleye yaklaşımın en iyi yolu şudur: 30 yıldır bağımsız olan bir ülke ne yapabilir? Sizin gibi kişileri Bakü’ye ve bölgelerimize davet etmek ve yaptığımız işleri, planlarımızı sunmak, beklentilerimizi size iletmektir ki, devlet inşasında neler başardık.”

Sömürgecilikle Mücadelemiz Devam Edecektir.

Konu ile ilgili sorulan soruya Aliyev’in cevabı şöyle olmuştur:  “Bağlantısızlar Hareketi’ne başkanlığımız başladığından beri bu mesele ile yakından ilgilenmeye çalıştık. Çünkü Bağlantısızlar Hareketi’nin birçok üyesi geçmişte sömürgeciliğin kurbanı olmuştur. Milyonlarca insan bunun kurbanı olmuştur ve bazı ülkeler hâlâ bundan muzdarip. Örneğin, Komor Adaları, Mayotte Adası. Hâlâ sömürge yönetimi altındadırlar. Biz bu ülkelere yardım etmek istiyoruz ki, geçmişin bu iğrenç kalıntısından kendilerini kurtarabilsinler. Maalesef, Fransız hükümeti yine de medyayı kullanarak bizi suçluyor ki, güya biz onların iç işlerine karışıyoruz. Ancak bu, kesinlikle böyle değil. Bunu Avrupa Birliği’nde, BM’de anti-Azerbaycan tutumu ile ilişkilendiriyoruz. Onlar Azerbaycan’a karşı soğuk savaşa başlamış durumdalar. Biz bunu bu yüzden yapıyoruz ve eminiz ki, Fransa’nın yaptıkları iğrençtir, kabul edilemezdir ve buna son verilmelidir. Onların bu insanların kaderine bu derece etki etmeye hakları yok. O ülkeler Fransa’dan binlerce kilometre uzakta yer alıyor, onları asimile etmeye çalışıyorlar, onları aşağılıyorlar. Son olaylarda Yeni Kaledonya’da yedi kişi hayatını kaybetti. Bu, Fransa’nın ve onun başkanının eylemleri sonucu meydana geldi.Biz sömürgecilikten muzdarip olan tüm halkları desteklemeye devam edeceğiz, elimizden geleni yapacağız… Birçok ülke buna göz yummaya çalışıyor, başka tarafa bakmaya çalışıyor. Kendilerine baş ağrısı aramıyorlar. Korkuyorlar ki, “Figaro” veya “Le Monde” gazetelerinde şeytanlaştırılmaya maruz kalacaklar. O gazeteler bugün Fransa başkanının rejiminin etkisi altındadır. Size tamamen emin bir şekilde söyleyebilirim, çok iyi biliyoruz ki, o medya şirketlerine Elysee Sarayı’ndan hangi mesajlar iletiliyor. Biz buna aldırış etmiyoruz…”

Her Zaman Kıbrıslı Kardeşlerimizin Yanında Olacağız

Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yılı dolayısıyla tebrik eden Aliyev, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Azerbaycan’da yaptığı temaslardan ve Şuşa’da düzenlenen TDT Gayriresmi Zirvesi’ne katılımından bahsederek, “Tatar’ı özellikle davet ettim. KKTC, Türk Devletleri Teşkilatının gözlemci üyedir fakat ilk kez kendi bayrağı altında zirvede yer aldı. Biz kardeşlik borcumuzu yerine getirdik. Tatar’ın zirveye katılımı, KKTC’nin tanınmasına doğru atılan önemli adımdır. Biz her zaman Kıbrıslı kardeşlerimizin yanında olacağız” ifadelerini kullandı.

Türk Devletleri Teşkilatını Hep Birlikte Dünya Çapında Güç Merkezine Dönüştürmeliyiz

Türk Devletleri Teşkilatı hakkında ümitli olduğu ifade eden Aliyev, TDT hakkında öngörülerini şöyle ifade etmiştir: “Türk Devletleri Teşkilatı’nın gelecekteki gelişimine dair görüşlerim burada tamamen açıktır. Eminim ki, bu teşkilatın çok büyük bir geleceği var. Teşkilatı daha yüksek bir seviyeye taşımak için ortak çabalar gereklidir. Coğrafyamız çok büyük, doğal kaynaklar, ulaşım yolları, genç ve artan nüfus – tüm bunları konuşmamda söyledim. Yani, tüm bu faktörler teşkilatımızın potansiyelini açıkça gösteriyor. Birliği daha da güçlendirerek Türk Devletleri Teşkilatı’nı dünya çapında bir güç merkezi haline getirmeliyiz. Çünkü bugün birkaç uluslararası teşkilat var. Bazıları kriz içinde, bazıları gerilemede, Türk Devletleri Teşkilatı ise yükselişte. Bu yükseliş sorunsuz olmalıdır ve buna ortak çabalarla ulaşacağız.”

Şuşa Beyannamesi Tüm Türk Cumhuriyetleri İçin Önemli Bir Örnektir.

Konuşmasında Şuşa beyannamesinin önemini vurgulayan Aliyev e göre: “…Şuşa Beyannamesi tüm Türk cumhuriyetleri için güzel bir örnektir. Tabii ki, her cumhuriyetin kendi politikası, kendi bakış açısı var ve biz teşkilat olarak her ülkenin bağımsızlığını destekliyor, koruyor ve her şeyin üstünde tutuyoruz. Ancak Karabağ Zaferi birçok adrese güzel bir mesaj oldu. Gücümüz bir olduğunda demir yumruğumuz da ağır olur, daha güçlü olur. İnşallah, böyle de olacak.”

Gerçek Barışın Sağlanması İçin Ermenistan Anayasa’sında Gerekli Değişikliği Yapmalıdır. .

Barış süreci hakkında bilgi veren Cumhurbaşkanı Aliyev, konuşmasına şöyle devam etmektedir: “Barış anlaşmasının metnine gelince, bana dışişleri bakanı tarafından verilen bilgiye göre, metnin %80-90’ı üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Bu yüzden Ermenistan, o maddeyi ve terminolojiyi çıkarmayı kabul etti ve böylece normalleşme sürecinde ilerleme kaydedildi. Ancak burada hâlâ iki mesele var. Birincisi, Ermenistan bizim önerilere olumlu cevap vermelidir ki, hem Ermenistan hem de Azerbaycan ortak olarak AGİT’e başvurup Minsk Grubu’nun feshedilmesini istesin. Çünkü bu grup uzun süredir, belki bir-iki yıldır, faaliyetsiz durumda. Minsk Grubu’nun faaliyette olması için hiçbir neden yok. Çünkü eş başkanlar de facto olarak birbirleriyle savaş halindeler, yani ikisi diğerine karşı birlikte. Fransa burada tüm imkanlardan mahrum bırakıldı. Onlar sadece arabulucu değil, bu bölgede bile olamazlar. Onlar Güney Kafkasya bölgesinde bizim onayımız olmadan var olamazlar. Bunu bizsiz yapmak isterlerse, başarısız olacaklar ve bu, onlar için bir kez daha çok üzücü ve acı verici bir mesele olacak. Yani, Minsk Grubu’nu burada bir şekilde “canlı” tutmanın ne faydası var, ne amacı var?! AGİT içinde konsensüsle kararlar alınıyor. Ermenistan Minsk Grubu’nu hâlâ faaliyette tutmak istiyorsa, bu demektir ki, Ermenistan’ın hâlâ Azerbaycan’a karşı toprak iddiası var ve bu, çok ciddi bir faktördür. Bu, bir testtir, bir göstergedir. Onlar bazen beyanatlarında bir şey söylerken, pratikte tamamen farklı hareket ederler. Bugün en üst düzeyde “Karabağ Azerbaycan’dır!” diyorlar. Oysa 2019’da buradan birkaç kilometre uzakta aynı kişi çok duygusal bir şekilde “Karabağ Ermenistan’dır!” diyordu. Bugün aynı kişi “Karabağ Azerbaycan’dır!” diyor. Bu, çok güzel bir dönüşümdür ve bunu takdir ediyorum. Ancak şimdi bunu pratik adımlarla kanıtlamak gerekiyor. Minsk Grubu’nun feshi için AGİT’e ortak bir başvuru yapılmalıdır.

Bir sonraki şart, Ermenistan anayasasında değişiklikler yapılmasıdır. Bizim onların iç işlerine herhangi bir müdahalede bulunma niyetimiz yoktur. Ermenistan anayasasında bağımsızlıkla ilgili bir madde var ve burada Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit bulunmaktadır. Orada Ermenistan’ın ve sözde “Dağlık Karabağ”ın birleşmesinden bahsedilmektedir. Yani, bu madde anayasada olduğu sürece barış anlaşması mümkün değildir. Bir kez daha belirtmek istiyorum ki, herkes beni iyi anlasın. Ermenistan’ın iç işlerine bizim herhangi bir müdahalemiz söz konusu olamaz. Ancak anayasada böyle bir maddenin bulunması barış anlaşmasını imkansız kılar. Çünkü anayasa herhangi bir uluslararası anlaşmadan üstün bir belgedir. Bu yüzden, bir gün tekrar fikirlerini değiştirecekleri durumda olmak istemiyoruz ve eylül ayında attığımız adımları tekrarlamak zorunda kalmak istemiyoruz.”

Devamını Oku

Şah Dağı Tepesinde Bir Mehmetçik Mezarı

Şah Dağı Tepesinde Bir Mehmetçik Mezarı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şah Dağı tepesinde yıkık – köhne bir Mehmetçik mezarı var…

Türkiye’den gelip o mezarı ziyaret eden var mı? pek sanmıyor. Zira buraya çıkmak çok zor. Kışın yollar kapalı…

Mezar, uçsuz bucaksız bir yerde… çok tenha…Belki de bu tenha yerde ebedi istirahatgahına çekilmiş şehit Mehmet Akif Ersoy’un i“ Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber, sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber” şeklinde ifade ettiği gibi Peygamberin ağuşunda yatıyordur.

Kim bilir? Büyük bir tarihi gerçeği en saf bir şekilde ifade eden bu tenha mezar ve mezarda yatan Mehmetçik milli ve manevi değerlerden uzaklaşan günümüz insanların yüzüne  “canan için candan vazgeçmenin ne olduğunu” da şamar gibi çarpmaktadır.

Şah dağı, Azerbaycan’ın en yüksek dağlarından biri ve Kızılkaya yaylasının meskenidir. Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda, Büyük Kafkas Dağları’nın bir parçası olan Şah Dağı, 4243 metre yüksekliğiyle Azerbaycan’ın en yüksek zirvesidir ve dağcılar ile doğa severler için popüler bir destinasyondur.

Büyük Kafkas Dağları’nda, Azerbaycan’ın kuzeydoğusunda bulunan Şah Dağı’nın zirvesinde iklim sert ve soğuktur. Kış aylarında yoğun kar yağışı görülürken, yaz aylarında bile serin hava hakimdir. Şah Dağı, sadece doğal güzellikleri ile değil, aynı zamanda tarihi ve kültürel önemiyle de bilinir.

Bölge, eski zamanlardan beri çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır ve bu dağ, Azerbaycan halkı için önemli bir simge haline gelmiştir.

Şah Dağının zirvesinde meçhul bir Mehmetçik kabrine rastlarsınız. Sanmayın ki, bu Mehmetçik dağcılar ya da doğa severler gibi burayı şahane bir destinasyon olarak görüp, lüks arabasını binip gelmiştir.

Bu Mehmetçik, belki yalın ayakla, aç ve susuz kalarak, yayan olarak yüce bir gaye için Şah dağının tepesine çıkmıştır.

Çıkış sebebi Azerbaycan’ın milli şaire Bahtiyar Vahapzade’nin ifade ettiği gibi, “ O bir Türk askeri, kahraman, metin! O öz kardeşine yardıma geldi. Kurşuna dizilen milletimizin, Haklı savaşına yardıma geldi.”.

Peki, o meçhul asker niçin öz kardeşinin yardımına geldi? Maalesef 19. Asır Türk-İslam alemi için felaket asrı olmuştur.

Bir taraftan Türk-İslam aleminin en büyük hamisi Osmanlı Devleti farklı cephelerde savaşırken, diğer taraftan da tefrika içine düşen Türk-İslam alemi gücünü kaybetmiş ve farklı şer güçlerin zulümleri altında can çekişmeye başlamıştır.

Şer güçlerin elinde inim inim inleyen bölgelerden biri de kuşkusuz Azerbaycan olmuştur. Bolşevik işgaline uğrayan Azerbaycan’da Ruslardan destek alan Ermeniler her yerde vahşet ve katliam türetmişlerdir.

Bu vahşet sürülerinin gerçekleştirdikleri en büyük vahşetlerden biri de Quba’da olmuştur. Quba katliamı ya da soykırımı, 1918 yılında Azerbaycan’ın Quba (Kuba) bölgesinde Ermeni silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen ve çok sayıda Azerbaycanlı Müslümanın katledildiği tarihe kara leke olarak geçmiş bir olaydır.  

Azerbaycan’da yaşanan siyasi ve etnik bu temizliğin başkahramanı kuşkusuz Ermeni çeteleridir. 1918 yılı Mayıs ayında, Quba bölgesinde Ermeni silahlı gruplar, yerel Müslüman nüfusa karşı katliama başladır. Bu katliam sırasında çok sayıda Azerbaycanlı çocuk, kadın ve yaşlı sivil öldürüldü, köyler yakıldı ve yerel halk zorla göç ettirildi.

Katliam sırasında ölenlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, binlerce insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bunların bir kısmının kemikleri hali hazırda Quba soykırım müzesinde teşhir edilmektedir.

İşte Quba soykırımıyla başlayan Ermeni katliamlarını önüne geçmek ve mazlum Azerbaycan halkını korumak amacıyla Azerbaycan Halk Cumhuriyeti daveti üzerinde bölgede bulunan Kafkas İslam Ordusu Bölgeye intikal eder.

Bunu duyan Ermeni çeteleri dağlara çekilir. Mehmetçik köylülerin rehberliğinde bu hunhar çeteleri takip eder.

Bu takip sırasında yer yer çatışmalar yaşanır. Bu çatışmalarda birçok şehit verilir. İşte Şah Dağındaki bu kahraman meçhul Mehmetçik ya da Mehmetçikler de bu çatışmaların birisinde şehit olmuştur.

İşte Şah Dağındaki meçhul Mehmetçik mezarının hikayesi bu… Ama kim bilir meçhul Mehmetçik ile birlikte ne hikayeler meçhule gitti.

Kardeşine can olmak için canında vazgeçen bu kahraman arkasında kaç gözü yaşlı kişi bıraktı. Acaba nişanlısı ya da eşi var mıydı? Yolunu gözleyen çocuk ya da çocukları var mıydı? Kimdi, nereliydi, ne iş yapardı? Bunların hepsi meçhul…

Evet Şah Dağında meçhul bir Mehmetçik mezarı…Uçsuz, bucaksız bir uçurumun kenarında…

Anadolu’dan Ermeni katliamına maruz kalan Quba’daki kardeşlerinin yardımına gelmiş Mehmed’imin çekildiği ebedi istirahatgah….

Serden, yardan, evlattan, anadan ve babadan vazgeçmiş…Kardeşlerinin canı kardeşinin canına can suyu yapmış…

Yıkık bir mezar, başında dikilen bir abide ve Türk Bayrağı….Can Mehmetcik’ten kalan tek miras bu…Ne adı bilen var, ne sanı…

O bir meçhul asker ya da tenha mezar…Yerlilerin deyimiyle Kırmızı Pir….Baxtiyar Vahapzade’nin ifadesiyle;

“Yolun kenarında tenha bir mezar

Üstünde ne adı, ne soyadı var.

Ey yolcu, maşını eyle bu yerde

Soruş kimdir yatan tenha kabirde?

O, bir Türk zabiti , kahraman, metin!

Doğma kardeşine yardıma geldi.

Kırgına tutulan milletimizin

Haklı savaşına yardıma geldi.

………………………………..

Kendi koruduğu, hem can verdiği

Yolun kenarında defn edildi o.

Uğrunda canını kurban verdiği

Toprağı kendine vatan bildi o.”

Ben de şehidin adı, sanı ve rütbesini bilmiyorum… Nasıl bileceğimi de bilmiyorum. Bilmem gerektiği ya da gerekmediğini de bilmiyorum…Genç miydi ya da yaşlı miydi, onu da bilmiyorum…

Ama bildiğim şey şehidin huzuruna varınca şehit gözümde ve gönlümde o kadar büyüdü ki dünya onun yanında bir nokta gibi kaldı…insan görünmez oldu ve kendimi bir toz tanesi gibi hissetim… “Ne mutlu o insana ki gayesi hayatında daha önemlidir” diyebildim…

Belki o bir mezar değildir, birçok Mehmetçiğin defnedildiği bir mezardı… Bir ya da birden çok Mehmetçik canını feda ederek o toprakları kardeşlerine ebedi vatan yapmıştır.

Bilindiği üzere en sağlam tapu, o topraklarda dikilen Mehmetçik mezarı ve mezar üstünde yükselen bayraktır. Şairin dediği üzere “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa Vatandır.”. Söylenecek çok söz var ama buna ne kelimeler kifayet ediyor ve ne de yürek kaldırıyor…

Devamını Oku

Türk Devletleri Teşkilatının Şuşa Zirvesi Ve Karabağ Beyannamesi

Türk Devletleri Teşkilatının Şuşa Zirvesi Ve Karabağ Beyannamesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Mehmet YÜCE

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in talebi üzerinegerçekleşen Türk Devletler Teşkilatı’nın (TDT) gayri resmi zirvesi 5-6 Temmuz tarihinde Türk Dünyası Medeniyet başkenti Şuşa’da yapıldı. Birçok ilklerin yaşadığı bu zirve hem sembolik olarak hem de içerik olarak dikkat çekici olmuştur. Zirvesinin Şuşa’da yapılması hem Azerbaycan içkamuoyuna dünyaya verilen çok önemli bir mesajdır. Azerbaycan’ın tarihi ve kültürel açıdan önemli şehirlerinden biri olan Şuşa, Türk dünyası ile olan derin tarihi ve kültürel bağları bulunması, bu tür bir zirvenin burada yapılmasını anlamlı kılmaktadır. Bilindi üzere Türk Dünyası Kültür Başkenti olan ve aynı zamanda 2024 yılı için İslam Kültür Başkenti ilan edilen Şuşa, Karabağ Zaferinin sembolü haline gelmiş bir şehirdir. TDT’nin gayri resmi zirvesi burada yapılmış olması, Şuşa’nın temsil ettiği değerlerin Türk Dünyası tarafından kabulü aynı zamanda Türk Devletlerinin Karabağ meselesinin Azerbaycan’ın haklı mücadelesinin ve zaferinin yanında olduklarının siyasi olarak onayı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu zirve, Türk devletlerinin dayanışma ve işbirliği mesajını güçlendirmek için stratejik bir hamle niteliğinde olmuştur. Zirve için Şuşa’nın seçilmesi, Türk dünyasının birlikte hareket etme kararlılığını ve ortak çıkarlarını vurgulayan güçlü siyasi bir mesajdır. 

Bu zirvenin içerdiği siyasi mesaj yanında Karabağ’ın yeniden inşası, bölgesel güç dengesi, ekonomik ve stratejik anlamda da önemli mesajlar içermektedir. Dağlık Karabağ Savaşı sonrasında Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki egemenliğini pekiştirmesi ve bölgenin yeniden inşa süreci, bu zirvenin Şuşa’da yapılmasını daha da anlamlı hale getirmektedir. Zirvenin Şuşa’da gerçekleştirilmesi, uluslararası topluma ve özellikle Türk devletlerine, Karabağ’ın yeniden inşasına ve Azerbaycan’ın bölgedeki egemenliğine olan desteği göstermektedir. Diğer taraftan TDT’nin Şuşa’datoplanması, bölgedeki güç dengesini de etkileyebilir. Buradaözellikle Ermenistan ve destekçilerine yönelik ciddi bir mesaj verilmekte ve bölgedeki Türk devletlerinin etkinliğini artırılması yönünde atılan önemli bir adım olarak görülmektedir. Bu bağlamda T.C. Dışişleri Bakanı sayın Hakan Fidan’ın “Küresel güç rekabetinin coğrafyamıza sirayet etmesini önlemek için saflarımızı sıklaştırmalı, imkanlarımızı müşterek refahımız için kullanmalıyız. Bu bilinçle bölgesel sahiplenme ve bölgesel işbirliği, müşterek çalışmalarımızın iki temel ilkesini teşkil etmektedir.” ifadelerini bu eksende okumak mümkündür. 

Şuşa’da gerçekleştirilen zirve, Türk Dünyası için ekonomik ve stratejik işbirliği fırsatlarını tartışma imkanı vermiştir. Türk devletleri arasındaki ekonomik bağların güçlendirilmesi, ortak projelerin hayata geçirilmesi ve bölgesel kalkınma için önemli adımlar atılabilir. Bu fırsatları özellikle Cumhurbaşkanı Aliyev açılış konuşmasında net bir şekilde görmek mümkündür. Türk ülkeleri ile ilişkilerin genişletilmesi, Türk dünyasının ve Türk Devletleri Teşkilatının güçlendirilmesi Azerbaycan’ın dış politikasının öncelikli yönü olduğunu ifade eden sayın Aliyev, “Biz büyük bir coğrafi alanı kapsıyoruz, üye ülkelerde olumlu demografik dinamizm gözlemleniyor, askeri potansiyelimiz savaş meydanlarında defalarca kanıtlanmıştır. Zengin doğal kaynaklarımız, bunların taşınması için modern altyapımız, Orta Asya’yı, Kafkasya’yı Akdeniz ve Karadeniz limanlarıyla birleştiren ulaşım koridorları, zengin ve kadim tarihimiz, kültürümüz bizim büyük servetimizdir. Halklarımızın geleneksel değerlere bağlılığı ve aynı etnik köklere sahip olmaları ülkelerimizi sıkı bir şekilde birleştiriyor” sözleriyle Türk Devletleri arasında güçlü işbirliğini tesis edecek hususları belirtmiştir. Aliyev, sözünün devamın da ise “ 21. yüzyıl Türk dünyasının gelişim çağı olmalıdır” vurgusunu yaparak TDT’nin nihai hedefini ortaya koymuştur. 

Şuşa zirvesinde yaşanan bir ilk de KKTC’nin ilk kez katıldığı zirve olmuştur. KKTC’nin Şuşa Zirvesi’ne davet edilmesi, hem KKTC’nin uluslararası alanda tanınması ve meşruiyet kazanması açısından hem de Türk dünyası içindeki dayanışmanın ve işbirliğinin güçlenmesi bakımından büyük bir öneme arz etmektedir. Zirveye diğer ülkelerle eşit statüde katılan KKTC’nin jeopolitik konumu, Doğu Akdeniz’deki stratejik önemi nedeniyle Türk Devletleri arasında ekonomik, siyasi ve askeri işbirliğinin artmasına katkı sağlayacaktır. Bu süreç bir taraftan KKTC’nin tanınmasına giden yolu açacaktır, diğer taraftan ise Türk dünyasının bir bütün olarak daha güçlü ve etkili bir güç merkezi haline gelmesine katkıda bulunacaktır. Aynı şekilde bu durum TDT’yi sorun çözen bir mekanizma haline getirecek ki, bu husus sayın Aliyev’in Türk Devletleri Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) 13. Genel Kurulu dolayısıyla Bakü’de bulunan Meclis Başkanlarıyla yaptığı görüşmede “Gün gelecek dünyanın tüm sorunları Türk Devletleri Teşkilatı ile istişare yoluyla çözülecektir” sözleriyle dile getirmiştir. 

Her ne kadar Türk Cumhuriyetlerinin devlet başkaları Karabağ’da farklı zamanlarda ve farklı şehirlerini ziyaret etmiş olsalar da ilk kez tüm liderler birlikte işgalde kurtarılmış bölgede ve toprak bütünlüğü sağlamış Azerbaycan’da yaptıkları üst düzey bir toplantı olmuştur. Karabağ işgal altında olması sadece Azerbaycan’ı değil aynı zamanda tüm Türk Dünyasını rahatsız etmiş, ciddi bir travmaya neden olmuştur. Bu nedenle Karabağ zaferine de tüm Türk Devletleri sahip çıkmış, zafer sonrası İstanbul’da yapılan zirvede başarısından dolayı Cumhurbaşkanı Aliyev’e Türk Dünyası Nişanesi verilmiş, her bir Türk Devleti Karabağ’da bir eğitim kurumu açmıştır. 

Zirve sonunda liderler “Karabağ Deklarasyonu”naimzaladılar. Böylece Şuşa’da Türkiye-Azerbaycan arasında imzalanan tarihi öneme sahip “Şuşa Beyannamesi”nden sonra önemli bir beyanname daha imzalanmış oldular. Deklarasyonda liderler savunma sanayi alanında ortak faaliyetlerin sürdürülmesi, uzay projeleri alanında ortak çabada bulunulması, COP29 programı kapsamında “Dağlar ve İklim” girişiminin desteklenmesi, dijital ekonomi, dijital altyapı, sürdürülebilir kalkınma ve temiz enerji alanında işbirliği yapılması, enerji sistemleri arasında entegrasyona gidilmesi konularında ortak irade beyanında bulunulmuştur. Ayrıca bu deklarasyonda Gazze’de insani durumla ilgili derin endişeler dille getirilmiş, Gazze’de sivillerin ayrımı gözetmeksizin hedef alınması kınanmış ve Gazze’de derhal ateşkes ve insani yardım çağrısında bulunulmuştur. Böylece Türk dünyasında “Karabağ” denildiğinde artık Ermeni işgalinde olan Türk toprağı değil, Türk Dünyası ile ilgili önemli karaların alındı “Karabağ Deklarasyonu” akla gelecektir. 

Sonuç olrak, TDT’nin gayri resmi zirvesinin Şuşa’da yapılması, sadece sembolik bir anlam taşımakla kalmaz, aynı zamanda Türk dünyasının gelecekteki işbirliği ve dayanışma stratejileri açısından da önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçecektir. O nedenle Şuşa Zirvesi bugüne kadar yapılan çalışmaların sonucu ve Türk Dünyasını entegrasyona götürecek adımların başlangıcı olacağını söylemek mümkündür. Cumhurbaşkanı Aliyev’in ifade ettiği gibi Azerbaycan her zaman Türk dünyasının sıkı bir şekilde birleşmesi, onun siyasi, ekonomik ve askeri gücünün artması, küresel arenada bir güç merkezine dönüşmesi için çaba göstermiştir. Hedef, 21. asrın Türk asrı olması ve Türk Devletleri Teşkilatı dünya çapında güç merkezlerinden biri haline gelmesidir. Biz birlikte daha güçlüyüz. Bunun farkında olup, bu bilinçle hareket edersek 21. asrın Türk asrı olacağından kuşkusuz olmasın. 

Devamını Oku

Türkiye’nin Şangay İşbirliği Teşkilatıyla Giderek Yükselen İlişkisinin Düşündürdükleri

Türkiye’nin Şangay İşbirliği Teşkilatıyla Giderek Yükselen İlişkisinin Düşündürdükleri
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr. Mehmet YÜCE

3-4 Temmuz tarihlerin Şangay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ)  Devlet Başkanları Konseyi 24. Zirvesi, örgütün dönem başkanı Kazakistan’ın ev sahipliğinde başkent Astana’da “ŞİÖ +” formatında gerçekleşti. Zirveye, 16 ülkenin devlet ve hükümet başkanları katıldı. Üye ülkeler Kazakistan, Çin, Rusya, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, İran, Hindistan ve Pakistan’dan devlet ile hükümet başkanlarının katıldığı zirveye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve müttefik kardeş ülke Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de katıldılar. Zirveye gözlemci ve diyalog ortağı olarak Belarus, Moğolistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkmenistan liderleri de iştirak ettiler. Zirveye Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres yer katıldı.

Doğu’nun NATO’su olarak da bilinen ŞİÖ, 1996’da Rusya ile Çin sınırında istikrarın sağlanması amacıyla anlaşma imzalamak üzere ilk kez Çin’in Şanghay kentinde bir araya gelen Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan liderleri tarafından “Şanghay Beşlisi” adıyla atıldı. 2001’de Özbekistan’ın da aralarında yer almasıyla “Şanghay Beşlisi”, Şanghay İşbirliği Örgütü olarak yeniden yapılandırıldı. 2017’de Hindistan ve Pakistan, sonrasında ise İran de bu örgüte dahil oldu. Hali hazırda Belarus, Moğolistan ve Afganistan’ın gözlemci olduğu ŞİÖ’nde Türkiye, Azerbaycan, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Ermenistan, Kamboçya, Kuveyt, Maldivler, Myanmar, Nepal ve Sri Lanka ise diyalog ortağı olarak bulunuyor.

Bilindiği üzere Türkiye, 2012 yılında ŞİÖ’nün  “diyalog ortağı” statüsü almıştır. Bu statü, Türkiye’nin örgütle işbirliğini artırmasına ve bölgesel güvenlik, ekonomi, ticaret, enerji ve ulaştırma gibi alanlarda işbirliği fırsatlarını değerlendirmesine imkan tanımaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında NATO üyesi Türkiye’nin ŞİÖ zirve toplantısına en üst düzeyde katılım sağlaması dünyanın ve özellikle Batı’nın yoğun ilgisi çekmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ŞİÖ zirve toplantısı ardında toplanan NATO toplantısına katılması Rus-Ukrayna savaşı sonrası kopma eşiğine gelen Batı ile Rusya arasında diyolag aracı olarak görüp olumlu değerlendiren kesimler olduğu gibi bir NATO üyesinin halihazırda NATO’nun tehdit olarak gördüğü Rusya ve Çin ile yakın diyalog içinde olmasını sakıncalı görüp eleştiren kesimler de bulunmaktadır.

Şahsi kanaatimce Batı’nın yaşadığı lidersizlik ya da siyasi miyopluğun insanlığı 3. Dünya Savaşı eşiğine getirdiği bir dönemde farklı kutuplar arasında asgari düzeyde de olsa bir diyalog zemininin kurulmasına katkı sağlayan Türkiye’nin bu politikası doğru olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, tarihi misyonu, kökeni ve ekonomik coğrafyası Türkiye’nin diğer Batı ülkelerinden farklı olarak tek yönlü bir dış politika izlemesine imkân tanımamaktadır. Hali hazırda Türk Devletleri Teşkilatı üyesi olan Türk Devletleri dahil Türkiye’nin yakın diyalog içinde bulunduğu bölge (Asya) ülkelerin önemli bir kısmı ŞİÖ ile kurumsal bağı bulunmaktadır. Türkiye’nin Batı’da vazgeçmesi mümkün olmadığı gibi bu ülkelerden de vazgeçmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye coğrafi konumu gibi siyasi konumu itibarıyla da Doğu ile Batı arasında bir köprü rolünü üstlenmek zorundadır. Burada önemli olan ilişki düzeyinin dengelemesi konusudur. Zira Türkiye’nin hem NATO üyesi hem de ŞİÖ ile diyalog ortağı olarak kalması, diplomatik bir denge gerektirir. Bu dengenin kurulması halinde bu durum Türkiye’nin doğu ve batı arasında bir köprü olma rolünü güçlendirecektir. Bununla birlikte Türkiye’nin aynı zamanda bazı dış politika kararlarında hassas bir denge kurması gerekmektedir. Türkiye’nin ŞİÖ ile yakınlaşması, NATO müttefikleri arasında bazı endişelere yol açabilir. NATO, Batı’nın güvenlik ve savunma ittifakı olarak, üyelerinin başka büyük güçlerle olan ilişkilerini yakından takip etmektedir. Türkiye’nin ŞİÖ ile olan ilişkileri, NATO’nun stratejik çıkarları ve politikalarıyla uyumlu olup olmadığı konusunda tartışmaları beraberinde getirecektir.

NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile ilişkileri, çeşitli stratejik ve diplomatik sonuçlar doğurmaktadır. Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmesi suretiyle izlediği çok yönlü dış politika stratejisiyle Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini sürdürürken aynı zamanda Asya’daki büyük güçlerle de ilişkilerini derinleştirmek sonucunu doğuraraktır. Medeniyetler arasındaki etkileşim sonucunu da doğuracak bu durum Türkiye’ye uluslararası alanda daha fazla hareket alanı sağlamayacaktır. Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkileri, ülkenin Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki etkisini artıracaktır. Bu bölgelerdeki ülkelerle olan ilişkilerini derinleştirmek, Türkiye’nin bölgesel liderlik rolünü pekiştirecek ve jeopolitik önemini artıracaktır. Diğer taraftan ŞİÖ üye ülkeleri, büyük enerji kaynaklarına sahip ve hızla büyüyen ekonomilere sahiptir. Türkiye’nin ŞİÖ ile olan ilişkileri, ticaret ve yatırım fırsatlarını artırabilir, enerji güvenliğini güçlendirebilir ve büyük altyapı projelerine katılımını sağlayabilir. Bu ekonomik fırsatlar, Türkiye’nin ekonomik büyümesine katkıda bulunabilir.

Sonuç olarak, NATO üyesi olan Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkileri, çok yönlü bir dış politika stratejisi izlemek, ekonomik ve güvenlik işbirliğini artırmak ve bölgesel etkisini güçlendirmek için önemli fırsatlar sunacaktır. Ancak, bu ilişkilerin NATO ile olan ilişkilerle uyumlu olması ve diplomatik bir denge içinde yürütülmesi kritik önem taşımaktadır.

Devamını Oku

ŞUŞA BEYANNAMESİ VE TÜRK DÜNYASI

ŞUŞA BEYANNAMESİ VE TÜRK DÜNYASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün Türkiye ile Azerbaycan arasında müttefiklik ilişkisini hukuki belgesi olan Şuşa beyannamesinin 3. Yıldönümü…Azerbaycan siyasi tarihinde yeni bir sürecin başlangıcı olarak kabul edilen İkinci Karabağ Savaşı sürecinde Türkiye ile Azerbaycan’ın yoğun işbirliği ve dayanışması zaferle sonuçlanması üzerine bu işbirliği müttefiklik ilişkisine dönüşmüştür. Kardeşlik ilişkisini müttefiklik ilişkisine dönüştüren tarihi anlaşma Ermeni işgalinde kurtarılan Azerbaycan’ın tarihi şehri Şuşa’da imzalandığı için Şuşa Beyannamesi olarak literatüre geçmiştir. Azerbaycan-Türkiye arasındaki süregelen kardeşlik ilişkisinin güçlü bir şekilde ifade edilişinin hukuki metni niteliğinde olan Şuşa Beyannamesi birçok alanda önemli bir mesaj niteliğinde olmuştur.

Şuşa Beyannamesi, 15 Haziran 2021’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde imzalanmıştır. Bu beyanname, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkileri stratejik ortaklık düzeyinden daha ileri bir aşamaya, müttefiklik seviyesine taşıyan önemli bir belge olarak kabul edilmektedir. Şuşa Beyannamesi iki ülke arasında var olan kardeşliğin hukuki bir sentle onaylanması güçlü ve bu onayın dünyaya beyanı şeklinde de ifade edebiliriz. Şuşa Beyannamesi, Azerbaycan için çok önemli bir öneme sahiptir. Zira Şuşa Beyannamesi, Türkiye-Azerbaycan iş birliğinin geldiği noktayı gösterdiği kadar bundan sonra izleyeceği yol haritasını da ortaya koyan önemli bir hukuki belgedir.

Şuşa Beyannamesinde Azerbaycan-Türkiye arasındaki ikili ilişkiler ötesinde Türk Dünyasına yönelik çabaların artırılması hususu da vurgulanmaktadır. Bu çerçevede Türk dünyasındaki dayanışmayı artırmak için Türk Devletleri Teşkilatı ve ilgili kuruluşların faaliyetlerine ivme kazandırmayı taahhüt etmişlerdir. Sonuç olarak Şuşa Beyannamesi her ne kadar Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanmış olsa da Beyannamede ifade edilen hususların etkisinin iki devletle sınırlı kalmayacağı açıktır. Türk Dünyası açısından Şuşa Beyannamesi’nin önemi birkaç açıdan değerlendirilebilir:

– Siyasi ve Askeri İşbirliği: Şuşa Beyannamesi iki ülkenin ortak güvenlik ve askeri işbirliğini güçlendirmeyi taahhüt etmektedir. Bu taahhüt aynı zamanda Türk Dünyası için bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanmasında önemli bir adımdır. Türk devletleri arasında savunma işbirliği, kolektif güvenlik politikalarının geliştirilmesine katkıda bulunabilir.

– Kültürel ve Eğitim İşbirliği: Şuşa Beyannamesi iki ülke arasında kültürel ve eğitim alanlarında işbirliğini teşvik etmektedir. Bu, Türk Dünyası’nın ortak kültürel mirasının korunması ve tanıtılması açısından önemlidir. Türk dünyasının genç nesillerinin ortak tarih ve kültür bilinciyle yetişmesi, toplumsal bağların güçlenmesine yardımcı olacaktır.

– Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma: Şuşa Beyannamesi ekonomik işbirliğini artırmayı ve ticaretin önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Türk Dünyası ülkeleri arasındaki ticaret ve yatırım ilişkilerinin güçlendirilmesi, bölgenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacaktır.

– Enerji ve Ulaştırma Koridorları: Şuşa Beyannamesi enerji ve ulaştırma alanlarındaki projelerin desteklenmesini konusu da içermektedir. Bu durum Türk Dünyası için kritik enerji ve ulaştırma koridorlarının oluşturulması ve entegrasyonunun sağlanması açısından önem arz etmektedir. Özellikle Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ve Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) gibi projeler, bölgesel enerji güvenliği açısından stratejik öneme sahiptir.

– Ortak Dış Politika Vizyonu: Beyanname, iki ülkenin uluslararası platformlarda birbirlerini desteklemelerini öngörmektedir. Bu husus Türk Dünyası’nın uluslararası alanda daha etkin ve güçlü bir şekilde temsil edilmesine katkıda bulunacaktır. Ortak dış politika vizyonu, Türk devletlerinin küresel ve bölgesel konularda ortak çıkarlarını savunmalarını kolaylaştıracaktır.

Sonuç olarak Şuşa Beyannamesi, Türkiye ve Azerbaycan’ın kardeşlik bağlarını ve stratejik ortaklıklarını pekiştirirken, Türk Dünyası’nın genelinde daha geniş kapsamlı işbirliği ve entegrasyonun yolunu açan önemli bir belge niteliğindedir. Bu beyanname, Türk Dünyası ülkelerinin birbirlerine daha yakınlaşmalarına ve ortak hedefler doğrultusunda birlikte hareket etmelerine bir zemin oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerinin gelişip derinleşmesine hukuki ve siyasi zemin oluşturan Şuşa Beyannamesi  orta ve uzun vadede Güney Kafkasya’da ve Türk dünyasında referans alınacak bir ilişki modeli niteliğindedir.

Devamını Oku