a
Dinçer Aydın

Dinçer Aydın

08 Nisan 2024 Pazartesi

İki Mustafa bir CHP ve… Bursa

İki Mustafa bir CHP ve… Bursa
0

BEĞENDİM

ABONE OL


“Bursa Kent Anayasası’nı yaparak işe başlayacağız”
İlk ve en önemli cümlelerinden biriydi.
Mustafa Bozbey’in bu çağrısı Bursa’da belediyecilik adına yeni bir dönemin
başlayacağının güçlü bir mesajıydı.

3 1
3 1


Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Büyükşehir Başkanı Mustafa Bozbey, “2050 Bursa
Vizyonu” ve özellikle vurguladığı “Bursa Kent Anayasası” çerçevesinde
kategorik ana alanları da sınıflandırıyordu.
Öncelikle “Yaşanabilir kent” olmazsa olmazı, bunu eksiksiz mümkün kılacak
olan ise “Yeşil Bursa özlemi” olarak ilk sırayı alıyordu..
Ardından çevre düzeni planını ve ana sorunları,
“Trafik, kentsel dönüşüm ve ekonomi”
Üçlemesiyle sıralanıyordu.
Anlaşılan şu ki; Başkan Bozbey Nilüfer deneyimlerinin ve başarılarının çok daha
fazlasını bu kadim şehre kazandırmaya aday.
Biz de ilgiyle ve memnuniyetle takip edeceğiz elbette.

mustafa eroglu
mustafa eroglu


TARİHİN CHP’YE CİLVESİ

CHP Mustafaları ile kazanıyor!..
“Tarih tekerrür eder” misali.
CHP ilk zaferini Mustafa Eroğlu ile 1977 seçimlerinde kazanmıştı.
İkinci zafer de Mustafa Bozbey ile malumunuz üzere 31 Mart yerel seçimlerinde
yaşandı.
Cumhuriyet Halk Partisi yerel siyaset kulvarında ülke genelinde tarihi bir başarıya
imza attı.
Bu tarihi başarıda Burs

2
2

a’nın da payı hayli güçlü bir değer taşımakta.
Yaklaşık yarım asırdan sonra gelen başarının payı büyük olsa gerek.
Hakkını teslim etmek gerek.
Değişmek ve yenileşmek belli ki CHP’ye yaramış.
Şu da bir gerçek,
CHP Mustafaları ile kazanıyor!..
Ya da;
Mustafalar CHP’ye kazandırıyor.
CHP’NİN MARKALARI
Mustafa Eroğlu, hem kazanıyor hem de bu şehre “Besaş” adıyla bir “marka”
kazandırıyor.
Mustafa Eroğlu’nun kısa süren Belediye Başkanlığı döneminde Bursa’ya
konusunda ve döneminde ilk ve tek olma özelliği de taşıyan eseri Besaş bugün de
halkın hizmetinde Bursa’mıza değer katıyor.
Mustafa Bozbey ise özellikle Sosyal Demokrat Belediyecilikte ülke genelinde
kabul gören bir “Marka” olmayı çoktan hak edenlerden.
Kısacası Bozbey hem kazanmayı biliyor, hem de kazandırıyor.
Kuşkusuz CHP’nin Bursa’da önceki dönemde kazanılmış 3 ilçe belediyesine, 31
Mart seçimlerinde CHP adına üç yeni ilçe daha kazanarak CHP İlçe Belediye
Başkanlıklarını 6 ya çıkarmasında Bozbey’in etkisi inkar edilemez.
CHP’nn Mustafaları ile ulaştığı her iki zafer de kuşkusuz, uzun soluklu sabır ve
beklentilerden sonra gerekleşmiş durumda.
Başarının anlamı ve değeri de zaten bu sürecin içinde gizli.
Birinci Mustafa Dönemi;
Mustafa Eroğlu tam 27 yıl kesintisiz süren Demokrat Parti iktiarı ardından CHP’ye
Bursa Belediye Başkanlığı zaferi yaşatıyor.
İkinci Mustafa Dönemi;
İkinci Mustafa zaferi ise 47 yıl sonra geliyor.
Yıl 1977 yerel ve genel seçimler birlikte yapılacaktı.
Takvim yaprağında 11 Aralık Pazar yazıyordu.
Mevsim kış aylarının başlangıcı. Zemheriye günler kalmıştı.
Seçim sandıkları kurulmuş, Bursa’da vatandaşlar oylarını kullanmış ve seçimler
yapılmıştı.

1 1
1 1

27 YILLIK TARİHİ SÜRPRİZ
Sandıklar açıldıkça Bursa için sürpriz bir sonuç ortaya çıkmıştı. 
Zira;
Bursa’da CHP, Demokrat Parti ’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950’den itibaren
tam 27 yıl seçim kazanamıyordu.
Yıl 1977 yerel ve genel seçimler birlikte yapılacaktı.
Takvim yaprağında 11 Aralık Pazar yazıyordu.
Bursa’da yerel yönetim iktidarı göremeyen Cumhuriyet Halk Partisi 11 Aralık 1977
tarihinde yapılan seçimlerde sürpriz yapmış ve ilk kez belediye başkanlığını
kazanabilmişti.
CHP adına seçimi kazanan isim, 31 Martta CHP adına zafer kazanan Mustafa
Bozbey’in adaşı Mustafa Eroğlu’ydu.
Mustafa Eroğlu, Demokrat Partiden tam 27 yıl sonra ancak, CHP adına seçimi
kazanabilmişti.
Ne yazık ki; geç gelen iktidar br darbeye kurban edilmişti. Ve… sevinci kısa
sürmüştü.
Çünkü;
Eroğlu’nun görevine, 12 Eylül Darbesiyle son verilmişti.
Bu nedenle Eroğlu sadece 2 yıl 9 ay Belediye Başkanlığı yapabilmişti.
İkinci Mustafa Dönemi;
Mustafa Bozbey zaferi ise 47 yıl sonra geliyor.
Mustafa Bozbey Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak, Mustafa Eroğlu’nun 2 yıl 9
ay gibi kısa süren görevine son verilmesinden bu yana geçen tam 47 yıl sonra
seçimi kazanan isim oldu.

Devamını Oku

Acılardan doğan özel bir gün: 8 Mart

Acılardan doğan özel bir gün: 8 Mart
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Acılardan doğan özel bir gün: 8 Mart
Toplumun yarısı kadın,
diğer yarısı da yine kadının eseridir.
Kadın üreten, koruyan, kollayan ve koşuluz pay edendir.
Kuşkusuz ki; Onlar hayatımızın en özel varlıkları…
Kadın anadır,
Kadın eştir, canandır,
Kadın, hayatımızın en büyük aşkıdır,
Kadın bacıdır, kardeştir,
Kadın yarendir, arkadaştır,
Kadın her baba için ise göz bebeği kızıdır…
Şair ne güzel özetlemiş;
“…Bir kadını ortadan ikiye bölün
Yarısı annedir,
Yarısı çocuk,
Yarısı sevgili
Yarısı aşk…” (C. Süreyya)
Kadın; dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır…
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;
“Şuna inanmak gerekir ki, dünya yüzünde gördüğünüz
her şey kadın eseridir”
Kısacası;
Kadın dünyanın ta kendisidir.
Öyleyse; Kadını dinlemeli, kulak vermeli…

8 MART 1

Zira; bir kadını dinlemek, bir erkeğin yapabileceği en ilerici politik eylemdir.
İşte buradan bakınca;
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”

Anlam, önem ve değer olarak iyi kavranmalı.
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
Sömürüye karşı emek mücadelesi,
Hak ihlallerine karşı direniş,
Ortak mücadele bilinciyle eylem,
İPEK KOZA İŞÇİLERİ TARİHİ GREVİ
Türkiye’de ise daha doğrusu Bursa’da 3 Ağustos 1910 tarihinde “Koza
fabrikalarının tüm işçileri adına” imzasıyla grev çağrısı yapılır. Talepler bellidir:
ücretlerin 8-10 kuruşa çıkarılması, çalışma saatlerinin azaltılması, en az bir saatlik
öğle yemeği molası ve grev. 1910 grevi tarihi önemi vardır. Tabii ki daha önemlisi,
bunun ilk kadın grevi olması…
NEW YORK’TA 129 KADIN ÖLDÜ
Günümüzden 160 yıl önce bugün,  8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York
kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları için greve başladı. Polisin
işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve sonrasında çıkan yangında
129 kadın işçi hayatını kaybetti.
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
Emekçi kadınların mücadele hikayesidir.

8 MART 2

Somut gerçeklerle örülmüş hikaye;
Kadınların Türkiye ’de ve dünyada büyük mücadeleleri ile her türlü ayrımcılığa,
baskıya ve sömürüye karşı direndikleri gündür. Eşitlik, barış ve özgürlük
talepleriyle cinsiyet ayrımcılığa karşı önemli bir  gün dür.
Elbette, hak ihlalleri ve sağlıksız çalışma koşulları, bugünde vardır.
Kadın emeğinin sömürülmesi, cinsiyet eşitsizliklerinin çağdaş dünyanın kamburu
olmaya devam etmesi,
kadın cinayetlerinin tüm acımasızlığıyla yaşamın orta yerinde kanayan yara
olması…
Bu tarihsel gerçeğin üstünü örtmemeli.
Kazanımlar korunmalı, geliştirilmeli.
8 MART KADIN UYANIŞIDIR
8 mart kadın demektir
8 Mart Acılardan ve haklı mücadelelerden doğan özel bir gün demektir.
8 Mart tepeden tırnağa emek ve mücadele demektir.
8 Mart kadın haklarını savunmadır,
8 Mart her türlü ayrımcılığa,
8 Mart türlü baskıya
8 Mart hak ihlallerine

8 Mart emek sömürüsüne karşı
kadın uyanışıdır, direnişidir, eylem günüdür.
8 Mart kadının eşitlik talebidir,
8 Mart kadın barış çağrısıdır
8 Mart kadının özgürlük çığlığıdır.
Denilmeli ki; Artık içi boş ve karşıt ideolojileri çarpıştıran eski yöntemler ve
taktikler terk edilmeli. Siyasi jargonlardan arınmalı.
Bunların yerine, yeni yöntemler ve taktikler geliştirilmeli.
Yaratıcılığa ve hayal gücüne daha çok alan açılmalı.
Bize bu lazım…

Devamını Oku

Acının Siyaseti Olmaz Usta!..

Acının Siyaseti Olmaz Usta!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir ayı geçti. Yaralar sarılıyor.
Ancak, acılar yerinde duruyor.
Türkiye bir deprem ülkesi. En fazla deprem olan beşinci ülke…
Bu gerçeği, tarifi zor bir acıyla yaşıyoruz.


Yüreklerdeki fay hatları, yaşam yolculuklarında psikolojik depremlerin habercisi
gibi diri…
Uzmanlar uyarıyor;
Yüreklerdeki fay hatlarında açılan yaralar sarılmazsa, kalıcı olur.
Neler mi var?
“Kişilerde kabuslar görme, gördüklerini unutamama”
Başka,
“Sinirlilik, kızgınlık, gerginlik hissetme”
Hal böyle olunca;
Motivasyon bozukluğu, uyku ve iştah kaybı, mide bulantısı, baş ağrısı,
Dahası, kalp çarpıntısı dikkat çekici olanı.
Bütün bunları tetikleyense kişi deki “derin çaresizlik” duygusu olabilir.
Yazılı, görsel ve sosyal medya deprem bölgesinden her gün yeni hikayeler, yeni
fotoğraflar koyuyor önümüze.
Öyle fotoğraflar ki, babasını arayan gencecik bir kız, evladını bekleyen bir baba,
nikah töreninde hayata veda eden çiftin öyküsü…


Bazen enkaz başında sahibini bekleyen bir köpek.
Bazen de;
Her şeye rağmen molozların arasından yeşeren bir çiçek.
Ve… o malum “Asrın felaketi”ni hatırlatıyor. 
Acı büyük, çile büyük, yük ağır.
Kayıplar tahminlerimizin de üstünde..
Ancak, kimsesiz ve çaresiz değiliz.
Türkiye, 85 milyon, tek vücut, tek yürek…
Hem de, “şeytanın avukatlığını” yapanlara inat,
İktidarıyla, muhalefetiyle öyle ocu, bucu, şucu demeden, orada.
Sağlıkçılar, askerler, polisler ve tüm kamu görevlileri canla başla çalışıyorlar…
Vatandaşlar orada.
Yardım merkezlerine koşan gençler, kızlar, işçiler, işsizler, emekliler.
Evdeki çayını, çorbasını bohçalayıp depremzedelere can suyu olmaya can atan,

kadınlar orada,
Ve…herkes, hepimiz bil cümle;
Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye,
Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ’dayız.
Umutlarını yüreğine yüklenip, can kurtarmak için canını tehlikeye atan herkes
orda.
Öyle, arsızlık edip “Kim var?” ve hatta “Neredesiniz” diye soran art niyetlilere
tokat gibi bir cevap olsun.
Acı içinde sevinç!..
Yaşıyoruz da, ne yazık ki; siyasi hırs ve ihtiras sahibi bazıları acıyı siyasi rant
derdinde.
Bu nasıl bir aymazlık…
Söylenecek çok şey var elbette…
Acının siyaseti olmaz usta
Zor değil, basit bu.

Devamını Oku

Altılı Masa’da yaşanan ‘depremin şifreleri…’

Altılı Masa’da yaşanan ‘depremin şifreleri…’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün siyaseten önemli bir gün.

İktidarı da, muhalefeti de, partilisi de partisizi de kararsızı da bugün ne olacak diye merakla beklemekte.

Aslolan ne?                                                                                                                                            

Kulis Bey, kulağımıza çok önemli bazı bilgiler fısıldadı.                                                          

Ankara’da siyaset hiç olmadığı kadar hareketli.                                                                   

Taşlar yerinden oynadı, saflar yeniden tutuluyor, ittifaklar da ise adeta yeniden dizayn edilecek türden bir hava esiyor.

Her şey masayı terk etmeyle başladı.

Asıl olan ise, Milet İttifakı’nda ‘deprem’ etkisi yaratan gelişme.                                                      

Peki, Altılı Masada yaşanan depremin şifreleri nedir?                                                                        

Ve… masayı terk etmenin faturası kime…

Bundan önce ki yazımda acizane bir uyarıda bulunmuştum.

Akşener daha masayı terk etmemiş,

Millet İttifakın’da son zamanlarda yaşananlara işaret ederek demiştim ki;

“çanlar Millet İttifakı için çalıyor”                                                                                   

Cümlemin devamında da                                                                                                        

Milletin demokrasi talebi zay edilmemeli” uyarısı yapmıştım.                                       

İttifak yapanların, öncelikle kendi aralarında demokrasi olgunluğu tesis etmeleri gerekmez mi.

Yazımın son cümlesi de;                                                                

Aksi halde, “Millet sizi Çağırmaz” bilesiniz.”

Şimdi söz konusu zihnimizi kurcalayan sorular neler bakalım.

*-Masayı terk etmenin faturası kime yazıldı, ya da yazılacak.

*-İttifakta ki deprem şifreleri neler.

*-Akşener, partideki ‘şahin’ kanadının etkisi mi ağır bastı.

*-Yoksa, ‘görevden ayrılmalara neden olan sürecin bir faturasını mı koydu masaya’ diye sorgulamak gerekmez mi.

*-Hatta, analiz edilmeye muhtaç çok daha derinlerde olan ve bugüne kadar sır gibi saklanan bambaşka argümanlar mı söz konusu.

Belki de yaşanan depremin fay hattı ve şifreleri tam da bu cümlede saklı.

Yoksa asıl soru (lar) ne?

Mesela, işin özü, özeti, şifresi ve olası faturası şu kısa soruda gizli olabilir mi?

“Akşener sadece Kılıçtaroğlu’nun adaylığına mı itirazı nedeniyle masadan kalktı”

Sanmıyorum. Başka argümanlar da söz konusu olamaz mı?

Ne dersiniz.

Şimdi zamanıdır.

Kulis Bey’in Ankara izlenimlerine bir azcık kulak verelim.

Biliyorsunuz, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İyi Parti Lideri Meral Akşener, geçtiğimiz hafta içerisinde iki saat süren ikili özel görüşme yapmıştı.

Akşener o görüşmede Milet İttifakı’nın vücut bulmasında iki ana aktör olarak;

1-Kılıçdaroğlu’na (Siz Cumhurbaşkanı olursanız) Ben tek yetkili Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmalıyım demiş midir,

Güçlü bir ihtimaldir, neden olmasın.

Başka;

2-Bakanlıkların tamamının CHP ve İYİ Parti arasında eşit dağıtılması,

3-Görev ve yetkilerin de yine CHP ve İYİ Parti kadrolarıyla yapılması gerektiğini,

4-İiyi Parti, Milletvekili listelerinde sadece İYİ Partili adayların yer alacağını,

5-İttifaktaki diğer parti liderlerinin ve gösterecekleri milletvekili adaylarının tamamının CHP listelerinden gösterilmesini,  

6-İdari kadrolarda diğer partilere alt kademe görevlerin verilebileceğini,

Daha sı da olabilir.

Mesela;

Seçim ve saha çalışmalarında da, İYİ Parti olarak, ittifaktan bağımsız parti stratejilerinin rahat ve serbest yürütülmesi gibi talepleri kati bir surette ve ısrarla Kemal Kılıçdaroğlu’a bildirmiş olabilir mi.

Bu ve daha bir çok benzer türden sorular cevap beklemekte.

Bugün siyaseten önemli bir gün.

İktidarı da, muhalefeti de, partilisi de partisizi de kararsızı da bugün ne olacak diye merakla beklemekte.

Ülke siyaseti, belki de seçime gidilen bu süreçte, çok daha önem arz eden ciddi bir viraj alacak.

Zira; Mevcut ittifakların yeniden şekillenmesi söz konusu olabileceği gibi, olası yeni ittifakların dahi gündeme gelmesi de imkan dahilinde gözüküyor.

Böyle bir sürecin başaktörü kuşkusuz İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener…

Yalnız değil elbette. Altılı Masa etrafındaki Millet ittifakı bileşenleri olarak CHP, Saadet Partisi, DEVA, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti liderleri sürecin yaşanmasında senaryo kapsamındalar.  

Meral Başkanın, ani çıkışı, ‘Altılı Masada Deprem’ yaratırken, doğrusu siyaseti de adeta toz dumana kattı.

Ardından, neredeyse söylenmedik söz, yapılmadık yorum, açıklanmadık çözüm sunulmadık öneri ve uyarı kalmadı.

Çok berrak ve gerçekçi yorum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Çünkü biz bunun böyle olacağını, aylarca önce zaten söylemiştik’

Yaşanılanları ‘üç kelimeyle’ özetlemişti.

“Oturdular, konuştular ve dağıldılar” 

Aslolan buydu.  “Öyle oldu mu şu anda? Oldu”

Aslında bu sözler, millet ittifakı içerisinde içten içe kaynayan kazanın taştığına işaret ediyordu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Taşlar yerine oturacak” sözlerine de bir gönderme yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bunlar eteklerindeki taşları döksünler. Onların döktüğü taşları bizim toplamak gibi bir niyetimiz yok” sözleri de, olası taleplere karşı kapıların kapalı olduğu şeklinde yorumlandı.

Devamını Oku

Depremin adı ecel olmasın diye…

Depremin adı ecel olmasın diye…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Depremi durduramayız,

Bu bugüne kadar yaşadığımız ve bugünden sonrada yaşayacağımız inkarı mümkün olmayan gerçeğimiz.

Depremi erteleyemeyiz. Geciktiremeyiz.

Hatta, Öteleyemeyiz.

Biz depremleri yok edemiyoruz,

Zamanı gelince ve zemini de müsaitse, ansızın kapımızı çalar.

“Asrın Felaketi”

Öyle gelmedi im?

                  *                *                *

Ülkemizi yasa boğan, hepimizin yüreğinde derin yaralar açan,

on binlerce canımızı kaybettiğimiz,

Binlerce yuvayı yıkan, (binayı) yok eden,

Bilmem kaç yüz kilometrelik coğrafi bölgeyi adeta tersyüz eden,

“Asrın Felaketi”

Maddi ve manevi kayıplarıyla,

Öyle gelmedi im?

Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ,

Olmak üzere 11 ili gece yarısı 7,7 ve gündüz 7,6 büyüklüğündeki şiddetiylevuran,

“Asrın Felaketi”

Ölümü çok, yıkımı ağır, travması aylarca hatta yıllarca sürecek bir felaket…

Peki, tam da burada sormak gerekmez mi,

Depreme ne kadar hazırız ?

Böyle bir soru, nereden baktığımızla ilgili olarak farklı cevaplar bulabilir.

Elbette, bu felaketi, ülkemiz ve milletimiz tüm ağırlığı ve yıkımıyla yaşadık, yaşıyoruz. 

Ortak acıları hissettik.

Deprem gerçeği ile hepimiz,

Milet ve devlet olarak bir kez daha yüzleştik.                                                                                                                                  

Ve… yaşadıklarımızdan gördük, öğrendik ki;                                                    

Depreme, ne öncesi, ne esnası (anında) nede sonrasında yeterince hazır değiliz denilebilir..

                  *                *                *

Peki böyle ise deprem bu ülkenin bir açmazı mı; Tabi ki Hayır.

Çaresi, çözüm yolu yok mu?

Elbette var.

Depreme (belki) hazır değiliz denilebilir.

Ancak çok iyi hazır olduğumuz bir gerçeğimiz de inkar edilemez.

Devlet kurumları ve varlığıyla,

Hükümet her kademedeki kadrolarıyla,

Millet ise 7’den 70’e 85 milyon gönül olarak,

Devlet, Millet ele vermiştir.

Seferberlik başlatmıştır.

Eğer samimi bir yaklaşım söz konusu ise, art niyet de yoksa;

Bunun anlamı, “Bardağın dolu tarafı” anlam kazanıyor demektir.

Türkiye, bir deprem ülkesi. En fazla deprem olan beşinci ülke…                                                                                          

Bugün, bir kez daha, tarifi zor bir acı yaşıyoruz.         

                  *                *                *

Deprem oldu, binalar yıkıldı.

Peki çürük binaların sorumlusu kim.

İlk kademe sorumlusu, yani ana sorumlu, müteahhittir.  

Evet, “İlk sorumlu müteahhit” tamam,

İkinci ve üçüncü sırada kimler var?

İkinci süreçte ‘Yapı Denetim Şirketi’ gelmekte. Yapı denetim firması müteahhitle birlikte müştereken sorumlu…

Üçüncü aşamada belediye var.

Belediye ise hem yetkili hem de sorumlu.

Belediye, binayı denetleyeni denetler.

Müteahhit yapıyı yapacak, yapı denetimi firması denetleyecek, yapı denetimi firmasını da belediye denetleyecek.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bu süreçte en üst kurum olarak yer almakta.

Bakanlık tüm süreçleri kontrol, denetim ve yetkilendirme yetkisiyle sorumluluğu yerine getirmeli.

Bir de, oturdukları binalarda kolon kesenler ile usulsüz tadilat yapan komşularımız var.

                  *                *                *

Depremi durduramayız,

Ama, ölümleri, yıkımları durdurabilen binalar yapabiliriz.

Biz depremleri yok edemeyiz.

Depremle yaşanan acıları yok edebiliriz.                                                                           

Korkunç olan ve öldüren deprem değil; Güvensiz binalar.                                                                        

Türkiye deprem ülkesi.

Depremler bugün olduğu gibi yarın da olacak.

Peki öyleyse ne yapmalıyız?

Fay hatları üzerine bina kurmayacağız. Kentlerimizi depreme dirençli inşa etmeliyiz,

Yapabileceğimiz en önemli şey deprem dirençli yerleşim yerleri oluşturmak.  “Kentlerimizi depreme dirençli yapabiliriz”                                                                                           

Bunun için yol da yöntem de belli.                                                                                                

Millet olarak, devlet olarak, hükümet olarak, yerel yönetimler olarak birlikte başaracağız.

Zira;

Binaların yapımı, sadece müteahhitlere bırakılmayacak kadar önemli

Devamını Oku