a
Esra ÖZBEY

Esra ÖZBEY

28 Nisan 2022 Perşembe

Depresyondayım mı? Acaba?

Depresyondayım mı? Acaba?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Depresyonda olduğunuzu nasıl anlarsınız? Size en kestirme iki yolu söyleyeyim. 1. yol: internetten Beck depresyon envanteri’ni indirin. Çözün, skorunuzu hesaplayıp hangi grupta olduğunuza bakın. İkinci, ve bence daha sağlıklı olan yol ise, bir psikoloğa veya psikoterapiste görünün. Durumunuzu anlatın.

Çocuklarla ilgili, eşle ilgili evlilikle ilgili sorunlar yaşamak, gelecek kaygısı yaşamak, hayattan çok da zevk almamak bunlar tek başına bir depresyon tanısı oluşturmaz. Depresyonun tanısını çok çarpıttık. Yeterince mutlu olmayan veya öyle hissetmeyen insanlar hemen depresyondayım zannediyor, hemen elleri ayaklarına dolaşıp bir uygun, derde deva, çikolata hazzında antidepresan arayışına giriyorlar.

Oysa biyolojik silahları kullanmak nerede? Spor yapmak nerede? Rahatlama egzersizlerini öğrenmek nerede? Kaygılandığımız şeylerin düzelmesi için kutu kutu ilaçlar yutmak yerine o kaygının sebeplerini ortadan kaldırmak için çaba sarf etmek nerede? Belki de, depresyonda değilsiniz. Veya, antidepresan kullanacak düzeyde depresyonda değilsiniz, hafif seyirli bir depresyondasınız. Bu düzeyde bir insan için çok azını saydığım bu şeyler cidden yardımcı oluyor.

Diğer soruya gelelim. Mutsuz insanları birden bire mutlu edebilir mi bu sihirli kapsüller? Bilim her gün biraz daha kabulleniyor ki: Her insanın beyni kendine özeldir. Her insanın yaşadığı depresyon da kendisine özeldir. Bu yüzden, aynı semptomlarla gelen kişiler bile farklı tedavilere ihtiyaç duyabilirler. Hayattan tad alamama, uykusuzluk, aşırı yeme vs. vs. bunlar hep semptom örnekleri…

Aynı semptomları taşıyan bir yığın insan olabilir, ama her birinin yaşantısı, deneyimleri sonucunda farklıdır ihtiyaçları. Bu ihtiyaçtan kastım, özellikle hafif seyirde depresyon yaşayan kişiler için kişiye uygun psikoterapi, öncelikle. Kişinin geçmiş hikayesine, güncel stres kaynaklarına, güncel çevresel (pozitif) kaynaklarına (aile ve yakın arkadaşlar birer kaynaktır) göre değişir.

Ama yine de kişinin ciddi bir depresyonda olduğunu düğünecek olursak, antidepresan bir lüks ve kaçış değil, gereklilik halini almıştır. Ancak ne yazık ki, günümüz şartlarında insanlara hangi türdeki hangi spesifik antidepresanın iyi geleceği hakkında net bir bilgi yok. Korkunç bir şekilde, ”deneme yanılma senaryoları ile yürüyor kişiye iyi gelecek tedavi.

Maalesef, devlet hastanelerinde çalışan psikiyatr doktorlar kısıtlı zamanlarından dolayı doğal olarak yalnızca 5 dakika kadar ilgilendikleri insanlara antidepresan yazıyorlar. Sonuç?

Depresyon ağır bir seyirdeyse ilaç şarttır. Depresyonun majör depresyon denen düzeyinde kişi depresyona girmemiştir, depresyon kişiye girmiştir! Hayatının her alanına, her saniyesine, her salisesine…

Hayatın tadını almak, gelecekten ümitli olmak, güvende hissetmek ve bu gibi hisler majör depresyonda olan kişiler için tadını bilmedikleri bir yemeği hayal etmeye benzer. Yani, nörobiyolojik sistem için bu hisler o derece bünyeden uzaktır ve yabancılaşmıştır. Majör depresyonda olan birisi ne yaşar? Size kısaca bahsedeyim. Duygular anestezi altındadır. Elde avuçta var olanları ise en korkunçlarıdır: suçluluk, kendine güvenememe, değersizlik, hayattan zevk alamama, hissizleşme, mutsuzluk, huzursuzluk, kaygı…

Majör depresyonda olan bir insanın intihar etmesi neden çok kolaydır? Mutsuz olduğu için mi? Kötü hissettiği için mi? Size çok acı bir sır vereyim: anestezi altındaki bir kolu keserken insan nasıl acı hissetmezse, majör depresyondaki birisi için hayattan çekip gitmek öylece kolaydır. His yoktur, ızdırap bile yoktur.

Bu insan zaten hayatın içinde değildir, bir buz camın arkasında yaşayan diğer insanları seyretmektedir, yalnızca. Majör depresyon geçiren bir tanıdığınız okulu bırakırsa, işi bırakırsa, hatta sabah yataktan kalkmaya ve banyoya girmeye bile enerji bulamıyorsa onu suçlamak en büyük hata olur.

Asla! Hayatı bu bahsettiğim düzeyde yaşayan bir yakınınız varsa, hemen onu majör depresyon konusunda yetkinliği olan bir psikiyatra götürün. Psikoloğa değil. Psikolog ilaç yazamaz ve majör depresyondaki birisine sporu, yüzmeyi, çeşitli aktiviteler yapmayı, rahatlama egzersizlerini falan önererek, geçmişteki acılarını deşerek bu depresyondan çıkaramaz. Şöyle düşünün, ayağına 40 tonluk bir kütle bağlanıp okyanusun dibine atılmış bir insana palet vererek, dalış tüpü vererek çıkarmak mümkün.

müdür yukarıya? O 40 tonu, kişinin bünyesinde salınımı bozulmuş dopamin gibi hormonlar olarak düşünebilirsiniz. Her gün sizi yataktan kaldırıp mutfağa kahvaltı yapmaya, veya banyoya yüzünüzü yıkamaya, veya telefonunuzdaki mesajlara bakmaya yönlendiren itici güç: dopamin hormonudur. İnsan ATP, su, oksijen yiyecek ile değil, moral ve motivasyon ile ayakta durur. Dopamin motivasyondur. Dopamin mutluluk beklentisidir. Kahvaltıdaki sıcak tostun beklentisidir, her şeye rağmen iyi bir şeyler olabileceğinin hayalidir…

Ancak majör depresyondaki bir kişi için beklentisinde olacağı herhangi bir iyi şey yoktur ve olmayacaktır. Bütün duygulara yabancılaşmıştır. Kişinin psikolojisi abartısız bir söyleyişle felç geçirmektedir. Destek gerekir, ilaç desteği şarttır. Şaka yapmıyorum, majör depresyonun da şakası yoktur zaten. Yine söylemek zorunda olduğumu hissettiğim için söylüyorum: (Tedaviye başlandı, güzel.) Majör depresyonda olan bir yakınınız varsa, okulu bırakmasını, işi bırakmasını, hayata küsmesini falan kötü gelişmeler olarak görmeyin. Beklentiniz öyle düşsün ki, eğer bu insan majör depresyonu intihar etmeden atlatırsa kendinizi de onu da başarılı sayın.

Hayatınız bu derece anestezi altına girmediyse, bu derece felç geçirmiyorsa psikolojiniz, lütfen antidepresanlara biraz soğuk yaklaşın.

Devamını Oku

Bebeklerin Her Şeye Kâdirlik İhtiyacı Nedir?

Bebeklerin Her Şeye Kâdirlik İhtiyacı Nedir?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanın kendi güçlerinin sınırlarının farkına varması zamanla edinilmesi gereken gelişimsel bir kazanımdır. Ancak hayatın en erken döneminde bu kapasite henüz mevcut olarak dünyaya gelmeyiz. Nitekim bebeklerde her şeye kadirlik (omnipotence) denen bir ihtiyaç vardır.

Her şeye kadirlik ihtiyacı (omnipotence need), bebeğin bir şeye ihtiyacı olduğunda o istediği şeyi (meme gibi, yatışırılma gibi) o anda elde etme ihtiyacıyla paraleldir. Bebek uzunca bir süre sınırsız bir güce sahipmiş gibi istediğini istediği anda elde etmeye ihtiyaç duyar.

Bazen yetişkinler, bu ihtiyaçların hemen karşılandığında bebeğin şımaracağını, tepelerine çıkacağını veya alışacağını düşünerek bu ihtiyaçları ‘’ erteleme yoluna gidebilir ki bu gibi bir erteleme bebeğin psikolojik gelişimi için olumlu bir çevresel tepki değildir. Bebekler ihtiyaçları karşılandığında asla alışmaz.

Aksine, ihtiyacı hemen karşılanan bebeğin hem fizyolojik ihtiyacı hem de her şeye kadirlik ihtiyacı eş zamanlı olarak karşılanmış olur.

Örneğin meme istediği anda emzirilen, uykusu geldiğinde uyuyacağı bir ortam oluşturularak uyutulan, altı kirlendiğinde ağladığı zaman hemen temizlenen, güven ihtiyacı olarak ağladığında kucağa alınan bir bebek…

Bebeklerin istediği şeyler doğuştan programlı olan sistemlerin bir sonucu olduğu için aslında ‘’alışmak’’ gibi öğrenme geleneğine dayalı (örn. John Locke gibi teoristenlerin öne sürdüğü) bir süreç söz konusu değildir.

Bunun aksine, ‘’alışmasın’’ denilerek ihtiyaçları görmezden gelinen ve ertelenen bebeğin biyolojik programı hasar görecek, stres sistemi aktivitesi yüksek bir beyin-beden koordinasyonu gelişecek (örneğin HPA aksisi, Sempatik sinir sistemi gibi beyinde amigdala bölgesinin uyarımıyla başlayıp kandaki kortizol düzeyinin yükselişine ve subjektif kaygı algısına uzanan stres hikayesi) ve normal şartlar altında yetişkinlik döneminde -bu tecrübeler bir şekilde terapi gibi bir süreçle tedavi edilmediğinde- rahat, duygularını düzenleme becerisine sahip olamayacaktır.

Bu konuda Donald Winnicott’un ‘’bebekten olan beklentilerimizin bazen kendimizden olanların bile üstünde olduğuna’’ (kitap referansı: Oyun ve Gerçeklik) ilişkin tespitini çok anlamlı buluyorum. Hiçbirimiz aç kalmaktan, susamaktan, aşık olduğumuz birinin bizim duygularımıza lakayt veya kayıtsız kalmasından, ağladığımızda çevremizdekilerin ‘’Neyin var?’’ dahi demeden yanımızdan davranıp geçip gitmesinden hoşlanmayız.

Üstelik, bizim bu gibi bir durumda yalnız bırakıldığımızda yaşadığımız olumsuzluk bebek için bir öteye taşınarak ‘’yok olma anksiyetesi’’ (annihilation anxiety) denen bir duruma karşılık gelmektedir. Çünkü bebeğin ilk başta kendi benliği yoktur ve kendi benliğini ancak annenin veya bir bakım verenin varlığı ile var kılabilir.

Böylece stres anında bebek kendi duygusal evreninde bir var olma çabası içindedir ve yatıştırılmayan (stres sistemi kapatılmayan) annenin (veya temel bir bakım verenin) varlığından uzakta bu hayatta kalım çabasındaki bebek yok olup dağılıp gitmenin eşiğinde hisseder. ​Elbette bu ve benzeri bebeğin subjektif tecrübelerine ilişkin durumları açıklama şansımız yok ama yolu kliniklere hatta akıl hastanelerine düşen erişkinlerin gelişimsel hikayelerini dinlediğinizde erken dönemde ihmal edilen yetişkinin ruhsal atmosferinin kronik boşluk hissi, yok olma kaygısı ve benzeri hislerle boyalı olduğunu görmeniz mümkündür.

Zaten, psikanaliz ve psikanalitik açıklamaları erken dönemlerle ilgili açıklamalar getirmeye mümkün kılan, bu ihmal edilen, istismar edilen vs. yetişkin zihinlerinin terapi odalarına getirdikleri duygusal (affective) çıkmazlar ve bu çıkmazların çeşitli semptomlara kendisini vurumudur (örneğin, sanrılar duymak veya halüsinasyonlar görmek veya ağır depresyona girmek gibi)…

Yine klinik bir gözlemin sonucu, her şeye kadirlik ihtiyaçları ihmal edilen kişilerde antisosyal eğilimlerin arttığı ve antisosyal davranışlar gösteren kişilerin yetişkinlik döneminde ‘’bebekliklerinin acısını çıkardığı’’ yönündedir. ‘’Şimdi, burada, ben nasıl istersem öyle!’’ diyen diktatörlerin bebeklik dönemindeki bu ihtiyaçları şiddetli bir derecede, patolojileri nisbetince ihmal edilmiştir. 

​Elbette bu ve benzeri bebeğin subjektif tecrübelerine ilişkin durumları bebekleri dile getiril onlardan dinleme şansımız yok ama yolu kliniklere hatta akıl hastanelerine düşen erişkinlerin gelişimsel hikayelerini dinlediğinizde erken dönemde ihmal edilen yetişkinin ruhsal atmosferinin kronik boşluk hissi, yok olma kaygısı ve benzeri hislerle boyalı olduğunu görmeniz mümkündür.

Zaten, psikanaliz ve psikanalitik açıklamaları erken dönemlerle ilgili açıklamalar getirmeye mümkün kılan, bu ihmal edilen, istismar edilen vs. yetişkin zihinlerinin terapi odalarına getirdikleri duygusal çıkmazlar ve bu çıkmazların çeşitli semptomlara kendisini vurumudur (örneğin, sanrılar duymak veya halüsinasyonlar görmek veya ağır depresyona girmek gibi)…

Yine klinik bir gözlemin sonucu, her şeye kadirlik ihtiyaçları ihmal edilen kişilerde antisosyal eğilimlerin arttığı ve antisosyal davranışlar gösteren kişilerin yetişkinlik döneminde ‘’bebekliklerinde yaşayamadıkları her şeye kâdirliğin acısını çıkardığı’’ yönündedir.

Bu ihtiyaç gelişimsel olup zamanla kaybolacaktır.

Bebek büyüdükçe, örneğin 1.5-2 yaşlarından itibaren her istediğinin olmadığına ve hayal kırıklığı yaşamaya yavaş yavaş alışmalıdır. Ani bir yüzleştirme çabası yerine, bu gelişimsel kazanımı sürece yaymak çok önemlidir.

Devamını Oku