Karabağ Zaferi sonrasında toprak bütünlüğünü sağlamış ve egemenliğini tam tesis etmiş olan yeni Azerbaycan’da 7 Şubat’ta erkene alınmış cumhurbaşkanı seçimiyle yeni bir dönem başlamıştır. Önceki dönemlere göre farklı vizyon ve perspektiflere sahip bu dönemin öncelikleri seçimde rekor bir oyla (%92,05) galip çıkan cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yemin töreni sonrası yaptığı tarihi konuşmada net bir şekilde ortaya konulmuştur. Sayın Cumhurbaşkanı konuşmasında eski döneme göre daha güçlü ve daha istikrarlı bir Azerbaycan profillini çizerek, bundan sonra izlenecek stratejik politikanın eksenini ekonomik kalkınmaya öncelik veren, toplumsal dayanışmayı sağlamlaştıran, milli ve manevi değerleri önceleyen, uluslararası camiada sözüne itibar edilen, Türkofobi, İslamofobi ve neo-kolonizmle mücadele eden, Türk dünyasının lokomotifi, Bölgenin güçlü aktörü bir Azerbaycan’ı inşa etmek üzerine bina edildiğini ifade etmiştir.
Azerbaycan’ın izleyeceği yeni stratejik politikanın diğer unsurları bir tarafa bırakarak bu yazıda sadece Azerbaycan’ın İslamofobi ile mücadele hedefi üzerinde duracağız. Türk-İslam Dünyasında Azerbaycan, Türkiye’den sonra “İslamofobi ile mücadeleye etmeyi” dış politikasının öncellikleri arasında alan ikinci ülke olmuştur. Aslında bu hedef sadece sözde bir politika olmayıp, Azerbaycan’ın tarihi ve kültürel yapısının bir sonucu olarak şekillenmiştir. Türkistan coğrafyasının en batısında, Batı coğrafyasının en doğusunda yer alan Azerbaycan, farklı millet, din, dil ve kültürlerin kesiştiği bir bölgedir. Bundan dolayıdır ki, Azerbaycan ciddi bir şekilde Türkofobi ve İslamofobi’ye maruz kalmış ve bunun sonucunda da çok acı çekmiştir. Tarihi sürecin çok eski dönemlerine gitmeden Azerbaycan’ın bu konuda maruz kaldığı Rus ve Ermeni mezalimi görmek yalnız başına yeterdir. Çar Rusya’sının “sıcak denizlere inmek” politikası ekseninde Azerbaycan’ı işgal etmesi ve Azerbaycan’ı Türkiye’den kopartmak üzere Ermenileri bölgeye yerleştirmesi sürecinde uygulanan göç, katliam ve hatta soykırımın temeli Türkofobi ve İslamofobi üzerinde kurmuştur. 1918 olaylarında Rus desteğini arkasına alarak bölgede Türk ve Müslüman katliamına soyunan Ermenilerin vahşet ve barbarlığını görmek için Quba Soykırım Müzesini ziyaret etmeniz yeterlidir. Azerbaycan’ın maruz kaldığı mezalim bununla da bitmez. Bu zulümler SSCB döneminde de devam eder. SSCB Rusya’sı işgal süresince Pantürkizm ve Panislamizm yalanıyla çok sayıda katliama imza atar ve Azerbaycan’ın seçkin aydınlarını kurşuna dizer. Bu uygulamaların en şiddetlisi ise 20 Ocak olayı olarak adlandırılan hadisede çok sayıda çocuk, kadın ve yaşlı sivil insanların katledilmesidir. Bununla yetinmeyen Rusya Ermenistan’a destek vererek başta Hocalı olmak üzere Karabağ da soykırım gerçekleştirir. Bunlar sadece birkaç misal…eğer teferruatıyla olayı ele alırsak, sanırım birkaç ciltlik ansiklopedi yazmak gerekir.
Evet sözde medeni Batı dünyasının gözü önünde Azerbaycan soykırıma maruz kaldı. Ermenistan işgaline uğrayan Azerbaycan’ın kadim toprakları Karabağ’da zulüm, göç, katliam ve soykırıma uğrayan insanlar yanında kadim Azerbaycan kültürünün şaheserleri ve İslam’ın mübarek mesken ve ibadethaneleri talan edildi, domuz ahırına çevrildi, yıkıldı ve yakıldı…Bu hadise karşısında sözde kültür eserlerinin savunuculuğuna soyunan uluslararası kurum ve kuruluşlardan cılız dahi olsa ses çıkmadı… Bu sanat eserleri yıkılarak taş, kapı ve pencere gibi cüzleri komşu ülkelere satıldı. Yine sözde medeni ülkelerden ses çıkmadı. Hatta içten içe örtük olarak bu talan olayları desteklediler. Neden mi? Çünkü bunlar kadim Türk-İslam eserleriydi…Sözde medeni ülkelere göre bunların yakılması ya da yıkılmasının zararı yoktu… Önemli olan bu toprakların üstünde kadim Türk-İslam eserlerinin izi kalmamasıydı…
İşte Türkofobi ve İslamofobi uygulamalarına en fazla maruz kalan Azerbaycan’da Bakü Uluslararası Çokkültürlülük Merkezi, Uluslararası İlişkiler Analiz Merkezi, G20 Dinlerarası Diyalog Forumu ve Bakü Girişim Grubu ortaklaşa “Çeşitliliği Korumak: 2024’te İslamofobi ile Mücadele” konulu uluslararası bilimsel konferans düzenlendi. Konferansa dünyanın 30 ülkesinden bilim insanları, uluslararası kuruluşların uzmanları, dini şahsiyetler ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 130 uluslararası konuk katıldı. Konferansa mesaj gönderen Cumhurbaşkanı İlham Aliyev çok önemli konulara değindi. Dini inançlara ilişkin ayrımcılık, hoşgörüsüzlük ve şiddet olaylarının artmasının derin endişe yarattığını belirten Aliyev, İslamofobinin, kendilerini demokratik olarak gören bazı Batılı ülkelerin devlet politikasının ayrılmaz bir parçası haline geldiğini belirterek, Kur’an-ı Kerim’in yakılması ve Hazreti Muhammed’in karikatürlerinin yayımlanması gibi hakaret eylemlerinin ifade özgürlüğü olarak lanse edildiğine anımsattı. Aliyev, “Fransa, geleneksel yeni sömürgecilik politikasının yanı sıra Müslümanlara karşı açık baskı ve ayrımcılık politikası yürütmekte ve çeşitli İslam karşıtı kampanyalar düzenlemektedir. “Dünyevilik” adı altında Müslümanların hak ve özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik yasal düzenlemeler ve siyasi kararlar almaktadır. Bu ülkede camilere, Müslüman kültür merkezlerine ve mezarlıklara çeşitli şekillerde hakaret edilmekte, Müslüman vatandaşlara baskı yapılmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Evet, sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği üzere kendilerini demokratik olarak nitelendiren bazı Batı kurumları İslam karşıtı faaliyetlerde bulunmanın yanı sıra Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin İslam karşıtlığını teşvik eden platformlara dönüştüğünü görmek üzücüdür. En üzücü olanı da yine sayın Aliyev’in ifade ettiği gibi, dünya haritasına bakıldığında terörden en çok zarar gören kesimin Müslümanlar olduğu görülmektedir. Ama ne yazık ki, sözde medeni dünya, algı operasyonuyla olayı tam tersine çevirerek barış, merhamet, hoşgörü ve adalet dini olan İslam’ı terörizmi yetiştiren bir din olarak göstermektedir. O zaman gerçeği göstermek için toyekün bir seferberliğe başlamak lazım… Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz…