Evet yanlış duymadınız, bedevi çadırı gibi dedim.
Kalemin, eğitimin, yazar ve şairlerin kitaplarını imzaladığı kitap fuarında bahsediyorum. En iyisi ben en baştan başlıyayım anlatmaya, anlaşılması çok zor bir durum.
14 Eylül GEMLİK Yazar ve Şairlerinden oluşan bir kitap fuarı açılışı vardı ve ben bir Gemlik’i olarak davet edildim kitap fuarına. İlk kez katılmanın heyecanını haftalar öncesi yaşamaya başlamıştım.
Ne giysen, hangi ayakkabı, hangi çanta, makyaj, saç, kaş, göz, fön gibi dertlerim olmadığı için hazırlanmam 15 dakika olmuştur hep.
Gün geldi; Bayram sevinci yaşayan çocuklar gibiydim, kalbimin atışları, evin içinde dolaşmalarım, yerimde duramıyorum.
Tıpkı Türkiye güzeli gibi… Hayır rakip de yok, bu bir yarışma da değil, iskambil kağıdı gibi jüride olmayacak karşımda. Hayır, zaten sen birincisin, bu neyin tripleri öyle değil mi?
Söylene söylene çıktım evden, şoför kapıda tıpısss diye kapımı açtı, dili diliiiii diye 25 TL okuttum kartımı, otobüscü arkadaş “Günaydın” demeden “arkaya ilerleyelim” dedi.
Sanki arkada yer var da öne tarafı Türkiye güzeli için hazırlıyor sanki bi tavır. Adam güzelden anlamıyor işte.
Ve geldim fuar çadırına, içeriye giresiye kadar fuar çadırına benziyordu. İçeriye girdim ki, aman ALLAHım Alman nazi kampı, ya da fırını gibi; girer girmez kaynar su döküldü başımdan aşağıya doğru.
Oysa ben güller dökülecek başımdan aşağıya zannettim. Türkiye güzeli kadar güzel olmayıpta beklentilerimin olmaması anlamına gelmez öyle değil mi?
Öyle! Bunun öncesinde var bir de. Gemlik meydanında Kitap fuarına ait koca koca afişler, fotoğraflar ve gözlerim DEV Yazar Mine’yi aradı.
Mine’den geçtim, hiçbir yazar ve şairin fotoğrafı seceresi yoktu. Sadece siyasi ve tanımadığım, tanınmış abi ve ablaların, insanların fotoğrafını görünce ufaktan tıpışıp çadıra girdim. Yazar ve şairlerden başka herkes vardı. Bari bu güzel günümüzü bizlere bıraksaydınız. Söylenerek girdim çadıra, ve haşladım.
Üstelik ortalık panayır yeri gibi saat 11 olmasına rağmen her şey eksik ve yarım yamalak. Ben homurdanırken, ufaktan yazarlar, şairler gelip kitaplarını stantlarına yerleştirmeye başladılar, isyan ede ede, tıpkı benim gibi.
Arada bir çadırdan çıkıp, denizi izliyor, derin nefes alıp içimdekini denize döküyordum. “Balık bilmezse Halık bilsin” diye.
Oturduğum yerde uyuklamaya başladım sıcaktan, arada bir düşmekte olan başımı omuzlarımın üzerine silkelenerek yerleştiriyordum. Arkadaşlarım çiçek yerine ıslak mendil, rulo havlu, peçete, kolonya, soğuk su getiriyorlardı.
İlk defa anladım ki, ben alın terimle değil, Gö… kadar inen terle kazanıyormuşum paramı.
Tek suçlu babam; dokumacı olmak ne demek? Elçi olsaydı ne güzel olacaktı her şey. Allah bir kuluna çirkin şansı verecek arkadaş bu ne ya! “Hişşşt isyan yok isyan günah” diyen rahmetli annemi duyar gibiyim. Babam annem kadar nazik davranmaz, küfrederdi kesin. Bana mı yoksa beni bozmaya çalışan düzene mi?
Nasıl bir dünyada yaşıyorum, düzen düzene… Daha Narin‘e gelmedim. Hele şu fuardan sağ salim bir çıkayım…
Zar zor saat 19 oldu ve birden bire çadırda rüzgarlar esmeye başladı. Canlandım, heyecanlandım, tatlı bir rüzgar esmeye başladı, çiçekler açtı, böcekler öttü, kelebekler uçuştu, sıcaktan mayışan yazar ve şairler bir anda keyiflendiler.
Anladık ki Gemlik Belediye Başkanı Bedevi çadırımızı şereflendirmiş bulunuyordu önünde ve ardında muhteşem ekibiyle. Ben gelende başka bir isim kullanırım ama neyse…
Güzel, genç, dinamik gençler hepsi. Öğreniyorlar büyüklerinden çok şeyi… “Ben aya kalktım Hele bakın kim gelmiş” deyince yazar arkadaşları yüzlerinden dökülen boncuk boncuk terler gülüştüler.
O sırada ben kazandığım bozuk paraları saymakla meşguldüm. Öğrencilere hediye ettiğim için çok para kazanmamıştım. Kazandığım kitap paraları hiçbir zaman bana ait olmamıştır zaten. Ağzımda sakız, Türkan verdi naneli, içim ferahlasın diye.
Tam o sırada biri standımın yan tarafına geçip elini uzattı. Sakızı nereye yapıştıracağımı şaşırdım. Ağzıma yapıştıraydım iyiydi. Niye mi? Makalenin sonunda anlayacaksınız.
“Hay mubarek adam, sen miydin gelen? Ortalık şenlendi, aydınlandı. Elimi öptü; işte ne olduysa o zaman oldu. Gözlerini gözlerimden ayırmadı hiç, öylece dakikalarca kala kaldık. Sanki uzun yıllardır tanışıyoruz da, hiç görüşmemiş, görüşememişiz gibi…
Çıt yoktu, herkes susmuş, zaman durmuş sadece gözlerimiz konuşuyordu. Elime uzun yıllar belediye başkanı eli değmemişti. Recep Tayyip Erdoğan’dan başka. Onca yılın sihri bozulmuş muydu, ihanet mi ediyordum? CHP’li bir belediye başkanı elimi öptüğünü duysalar ne derlerdi?
Eeee bu kadar dizi izlersen olacağı budur. Entrikalara ne gerek var yahu bak işine, sen bir yazarsın, bağımsızsın, halkın insanısın, bugüne kadar bir kuruş çıkarın mı oldu, ihaleler fesat mı karıştırdın, “DEV’letin malı oğuz yemeyen domuz mu” dedin? Haşa demedin, deseydin annen sütünü, baban emeklerini helal etmezdi hem.
Konuşuyordum kendi kendime. Bayağı bir uzun sürdü bakışmalarımız. Başkan kendini tanıttı, ben de kendimi tabii. Sonuçta karşısında koskocaman DEV bir yazar var, üstelik de şair.
Bana: “Bir isteğiniz var mı?” diye sorduğunda soracağına pişman oldu. “Keşke uğramasaydım o standa, tanışmasaydım, öpmeseydim elini hatta hiç sormasaydım,” bir arzusunun olup olmadığını demiştir kesin.
Saat 11 ile 19 arası zat-ı alilerin çadıra giriş yaptığı zaman dilimine kadar yaşadığımız, yaşattırılan ne varsa anlattım. Hatta biraz daha elimi tutsaydı emekli maaşı zammı isteyecektim. Yetmiyor diyecektim, nedir bu çektiğimiz diyecektim, marketler, pazarlar, çarşılar el yakıyor, çadır Gö… yakıyor diyecektim.
Hayır, hiç M. Şimşek’e benzemiyor ki başkan. Üstelik çok yakışıklı ve karizmatik, çok zarif, anlıyor kadının halinden.
Tekrar uğrayacağını, hatta benimle kahve içmeyi çok istediğini, kabul edersem “Basın danışmanı yapacağım, özel şoför ve dolgun maaş bağlayacağım” demedi. Unutmayın, her şakanın altında sadece mizah yatar.
Sayın Belediye Başkanı yanımızdan sevgi dolu bakışlarla ayrıldıktan sonra yanımda oturan arkadaşlar, “O nasıl bakışmaydı? Hiç konuşmadınız, çok şaşırdık” dediler.
Arkadaşlar, biz konuştuk hem de çok güzel konuştuk. Ben ona Gemlik için hayallerimi, çocukluğumu, rahmetli Çerkez Mehmet’i, Çakır Ayşe’yi, şehit düşen beş yaşındaki Pembe’yi, “MERDİVENLİ SOKAK” adlı eserimi o sokakta ilkokul yıllarında dedem ile yazdığımı anlattım. Beklentilerimi, isteklerimi, hayallerimi anlattım. Vaatlerden ne çok yorulduğumu, kandırılmaktan utandığımızı anlattım.
Sizlerin duymadığı ne çok şeyler konuştuk Sayın Belediye Başkanımızla, bir bilseniz” dedim. “Peki o sana ne söyledi?” dedi yazar Reyhan hanım.
“Hayallerin, hayalleriniz, hayallerimdir” dedi. Peki inanıyor musun diye sordular? Kendileri bilirler, geldikleri gibi giderler. Aslında kimse geldiği gibi gitmiyor iliklerimize kadar…
Neyse, gerisini de siz biliyorsunuz zaten. Birkaç gün kitap çadırımızda muhteşem anılarla size döneceğim. Bende kalın, lütfen başka yere gitmeyin, ben sizlerden ayrı yapamam. Beni belediye başkanı seçerseniz bir dahaki seçimlerde söz, sizlere yanmaz çadır kuracağım GEMLİK Meydanına.
Sevgilerimle ve DEV ile kalın.