Yazarlar

Bebeklerin Her Şeye Kâdirlik İhtiyacı Nedir?

İnsanın kendi güçlerinin sınırlarının farkına varması zamanla edinilmesi gereken gelişimsel bir kazanımdır. Ancak hayatın en erken döneminde bu kapasite henüz mevcut olarak dünyaya gelmeyiz. Nitekim bebeklerde her şeye kadirlik (omnipotence) denen bir ihtiyaç vardır.

Her şeye kadirlik ihtiyacı (omnipotence need), bebeğin bir şeye ihtiyacı olduğunda o istediği şeyi (meme gibi, yatışırılma gibi) o anda elde etme ihtiyacıyla paraleldir. Bebek uzunca bir süre sınırsız bir güce sahipmiş gibi istediğini istediği anda elde etmeye ihtiyaç duyar.

Bazen yetişkinler, bu ihtiyaçların hemen karşılandığında bebeğin şımaracağını, tepelerine çıkacağını veya alışacağını düşünerek bu ihtiyaçları ‘’ erteleme yoluna gidebilir ki bu gibi bir erteleme bebeğin psikolojik gelişimi için olumlu bir çevresel tepki değildir. Bebekler ihtiyaçları karşılandığında asla alışmaz.

Aksine, ihtiyacı hemen karşılanan bebeğin hem fizyolojik ihtiyacı hem de her şeye kadirlik ihtiyacı eş zamanlı olarak karşılanmış olur.

Örneğin meme istediği anda emzirilen, uykusu geldiğinde uyuyacağı bir ortam oluşturularak uyutulan, altı kirlendiğinde ağladığı zaman hemen temizlenen, güven ihtiyacı olarak ağladığında kucağa alınan bir bebek…

Bebeklerin istediği şeyler doğuştan programlı olan sistemlerin bir sonucu olduğu için aslında ‘’alışmak’’ gibi öğrenme geleneğine dayalı (örn. John Locke gibi teoristenlerin öne sürdüğü) bir süreç söz konusu değildir.

Bunun aksine, ‘’alışmasın’’ denilerek ihtiyaçları görmezden gelinen ve ertelenen bebeğin biyolojik programı hasar görecek, stres sistemi aktivitesi yüksek bir beyin-beden koordinasyonu gelişecek (örneğin HPA aksisi, Sempatik sinir sistemi gibi beyinde amigdala bölgesinin uyarımıyla başlayıp kandaki kortizol düzeyinin yükselişine ve subjektif kaygı algısına uzanan stres hikayesi) ve normal şartlar altında yetişkinlik döneminde -bu tecrübeler bir şekilde terapi gibi bir süreçle tedavi edilmediğinde- rahat, duygularını düzenleme becerisine sahip olamayacaktır.

Bu konuda Donald Winnicott’un ‘’bebekten olan beklentilerimizin bazen kendimizden olanların bile üstünde olduğuna’’ (kitap referansı: Oyun ve Gerçeklik) ilişkin tespitini çok anlamlı buluyorum. Hiçbirimiz aç kalmaktan, susamaktan, aşık olduğumuz birinin bizim duygularımıza lakayt veya kayıtsız kalmasından, ağladığımızda çevremizdekilerin ‘’Neyin var?’’ dahi demeden yanımızdan davranıp geçip gitmesinden hoşlanmayız.

Üstelik, bizim bu gibi bir durumda yalnız bırakıldığımızda yaşadığımız olumsuzluk bebek için bir öteye taşınarak ‘’yok olma anksiyetesi’’ (annihilation anxiety) denen bir duruma karşılık gelmektedir. Çünkü bebeğin ilk başta kendi benliği yoktur ve kendi benliğini ancak annenin veya bir bakım verenin varlığı ile var kılabilir.

Böylece stres anında bebek kendi duygusal evreninde bir var olma çabası içindedir ve yatıştırılmayan (stres sistemi kapatılmayan) annenin (veya temel bir bakım verenin) varlığından uzakta bu hayatta kalım çabasındaki bebek yok olup dağılıp gitmenin eşiğinde hisseder. ​Elbette bu ve benzeri bebeğin subjektif tecrübelerine ilişkin durumları açıklama şansımız yok ama yolu kliniklere hatta akıl hastanelerine düşen erişkinlerin gelişimsel hikayelerini dinlediğinizde erken dönemde ihmal edilen yetişkinin ruhsal atmosferinin kronik boşluk hissi, yok olma kaygısı ve benzeri hislerle boyalı olduğunu görmeniz mümkündür.

Zaten, psikanaliz ve psikanalitik açıklamaları erken dönemlerle ilgili açıklamalar getirmeye mümkün kılan, bu ihmal edilen, istismar edilen vs. yetişkin zihinlerinin terapi odalarına getirdikleri duygusal (affective) çıkmazlar ve bu çıkmazların çeşitli semptomlara kendisini vurumudur (örneğin, sanrılar duymak veya halüsinasyonlar görmek veya ağır depresyona girmek gibi)…

Yine klinik bir gözlemin sonucu, her şeye kadirlik ihtiyaçları ihmal edilen kişilerde antisosyal eğilimlerin arttığı ve antisosyal davranışlar gösteren kişilerin yetişkinlik döneminde ‘’bebekliklerinin acısını çıkardığı’’ yönündedir. ‘’Şimdi, burada, ben nasıl istersem öyle!’’ diyen diktatörlerin bebeklik dönemindeki bu ihtiyaçları şiddetli bir derecede, patolojileri nisbetince ihmal edilmiştir. 

​Elbette bu ve benzeri bebeğin subjektif tecrübelerine ilişkin durumları bebekleri dile getiril onlardan dinleme şansımız yok ama yolu kliniklere hatta akıl hastanelerine düşen erişkinlerin gelişimsel hikayelerini dinlediğinizde erken dönemde ihmal edilen yetişkinin ruhsal atmosferinin kronik boşluk hissi, yok olma kaygısı ve benzeri hislerle boyalı olduğunu görmeniz mümkündür.

Zaten, psikanaliz ve psikanalitik açıklamaları erken dönemlerle ilgili açıklamalar getirmeye mümkün kılan, bu ihmal edilen, istismar edilen vs. yetişkin zihinlerinin terapi odalarına getirdikleri duygusal çıkmazlar ve bu çıkmazların çeşitli semptomlara kendisini vurumudur (örneğin, sanrılar duymak veya halüsinasyonlar görmek veya ağır depresyona girmek gibi)…

Yine klinik bir gözlemin sonucu, her şeye kadirlik ihtiyaçları ihmal edilen kişilerde antisosyal eğilimlerin arttığı ve antisosyal davranışlar gösteren kişilerin yetişkinlik döneminde ‘’bebekliklerinde yaşayamadıkları her şeye kâdirliğin acısını çıkardığı’’ yönündedir.

Bu ihtiyaç gelişimsel olup zamanla kaybolacaktır.

Bebek büyüdükçe, örneğin 1.5-2 yaşlarından itibaren her istediğinin olmadığına ve hayal kırıklığı yaşamaya yavaş yavaş alışmalıdır. Ani bir yüzleştirme çabası yerine, bu gelişimsel kazanımı sürece yaymak çok önemlidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu