Yazarlar

Sevmeliyiz. Kime göre mesela?

Sevmeliyiz

Kime göre mesela?

Ya da neye göre sevmeliyiz?

Hep arada bir araç mı olmalı sevdiğimizi söylerken?

Görücüye mi danışmalıyız sevip sevmediğini öğrenmek için?

Aşk’tan, beğenmekten, hoşlanmaktan bahsetmiyorum ben.

Sadece sevmek diyorum.

Manisa Belediye Başkanı’nın vefatının ardından düşündüm.

Çok genç, harika bir aile babası, iyi bir insan…

Kazaya kurban gitti mi gerçekten?

Cenaze merasimi sokaklara taştı.

İnsanlar artık iyi insanların tahtını değil, tabutunu mu taşıyorlar?

Tıpkı Muhsin Yazıcıoğlu ve diğerleri gibi…

Sevdim ben.

Tanımadan sevdim işte bu güzel insanı.

Ve yaşarken tanımamak, çok üzücü.

Bazı insanlar öldükten sonra… Ne anlamı var?

Ama hayatta olan birini sevmek için geç kalınmaz mesela;

Özgür Özel gibi ya da gözden kaçırdıklarımız…

Başka birisi yapsa, alışıldık olduğu için etkilemez beni;

Ama pek çok kişiyi etkilediği gibi…

Siyasi duruşunun ardındaki o insani hareket harikaydı.

Ferdi Zeyrek’e son görevini yerine getirmek için mezara kadar eşlik etmesi,

saygı duyulacak, örnek bir davranıştı doğrusu.

Sevmek böyle bir şey işte…

Boş mezar bulduğu için atlamadı içine Sayın Özel.

Sevdiği için…

“Mezara kadar” düşüncesi;

Boyuna değil, enine, duygularını gömdüğü içindi belki de…

Ve bizlere, Türk halkına bunu hissettirdi.

Üstelik kendisini, siyasi kimliğini sevmeyenler bile takdir etti Sayın Özel’i.

Ben de…

36 yıllık meslek hayatımda,

yaşam ve ölüm arasında deklanşörüm çok patladı…

Ama böylesine göz alıcı bir ışığa çok nadir sahip oldum doğrusu…

Cumhurbaşkanları, başbakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, valiler, kaymakamlar…

Siyasiler gördüm.

Lakin ben, Sayın Özel’deki samimiyeti, içtenliği ve vakarını görmedim.

Ve ben…

Çok sevdim.

Peki, kime göre sevmeliyiz?

Neden, niçin ve kimler için sevmeliyiz birilerini?

İnandığımız için mi, yoksa samimi oldukları için mi?

Ya da taraf tuttuğumuz insanların kötü yanlarına göz yumup,

karşı taraf olduğumuz için güzelliklere göz yummak mı sevgisizliğimiz?

Sevdiğimiz çiçeği niçin koparırız mesela?

Sevdiğimiz kuşları kafese “mahkûm” ederiz…

Peki suçları ne?

Güzel öttükleri için mi?

Fakirliği kaçımız severiz?

Altlarında milyon dolarlık arabalar,

Havuzlu evler, yazlık, kışlık, ilk ve sonbaharlık mülklerde yaşayan insanlar,

Fakirliği övdükleri için mi çok severiz?

Namaz kıldığı için mi severiz birilerini?

Peki, nereden biliyoruz Rabbimizin onun kıldığı namazı sevdiğini?

Kurban kesen birini, kurban kestiği için mi severiz?

Bize et vermezse, o kocaman kolu, budu, gerdanı komşuya soka soka götürse yine sever miyiz?

Hep kendimizce, işimize geldiğince severiz değil mi birilerini, bir şeylerini?

Biz insanoğluyuz.

Ben insan kızıyım;

Ve kafamda deli sorulara cevap ararken…

Yıldızlara bakarak kahinler gibi…

Akşam üzeri inci gerdanlık misali yanıp sönen şehir ışıkları,

Sahilde ticari gemilerin ışıkları,

Kendi kendine konuşan ben…

Öğreniyorum ki;

İsrail, İran’ı vurmuş.

Şaşırdım mı? Hayır.

“Birçok üst düzey komutanın öldürüldüğünü” İran onaylıyor.

Ellerimi açıp dua ediyorum:

“Allah’ım sen ülkemi koru.”

Tam o sırada bir paylaşım düşüyor önüme:

Tarikat ehli olduğunu, seyyid olduğunu, dini bir lider olduğunu söyleyen bir zat!

“Firavun saçlarını siyaha boyuyor, botoks yaptırıyor; haramdır” diyordu.

Hayır, yakında Firavun perukları moda olursa hiç şaşırmayacağım.

Kalkmak üzereyken, falcı kadın geldi yanıma oturdu.

“Abe güzel kızım, aç avucunu bakayım falına… Bu kalbindeki yakışıklı adam kim? Seviyor seni.”

Kim?

Kalbindeki…

“Ya bak ne diyeceğim; o adam beni gerçekten seviyor mu, falcı kardeş?”

“Evet, seviyor. Hem de çok. Kalbinde yazıyor adı…”

Biliyorum yazıyor…

“Her canlı bir gün ölümü tadacak.”

Ya tek, ya topluca…

Bak, İsrail vurmuş İran’ı.

Kimi kalbindeki sevgiyle, kimi firavun gibi kiniyle ölecek.

Ben fala inanmam.

İnansaydım, olmayan şeyi sevdirecektin bana.

Hadi, iyi geceler.

Ha bu arada, İsrail İran’dan sonra nereyi vuracak?

Bize sataşacak mı? Onu söyle bari…

Yıldızlara bak, belki görürsün…

“Abla… Abe… Sen beni saray falcısı mı zannettin? Ben ne bileyim.”

Sevdim bu sözü.

Doğru… Sen nereden bileceksin.

Savaşmayın! Sevişin!

Neyi paylaşamıyorsunuz? Size ait hiçbir şey yok!

Makamlarınızın, kapısına oturduğunuz koltuğun tam karşısına asın:

“Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı.”

Allah, zalimleri sevmez.

Çok seviyorum bu sözü.

Ateş, zalimleri çok sevecek!

Mazlumun ah’ı, sizleri yakacak!

Yarınlar umudunuz olsun.

M. & DEV

Başa dön tuşu