
Psikologlar da Psikoloğa Gider mi?
Bir İçsel Yolculuk
Psikologlar da insan, hepimizin bildiği üzere.
Duygusal dalgalanmalar yaşayan, yaşamın zorluklarıyla karşılaşan, kendi içsel çatışmalarıyla boğuşan bireyler.
Peki, meslekleri gereği insan zihninin derinliklerine vakıf olan psikologlar, kendi zihinsel sağlıkları için bir başkasının yardımına ihtiyaç duyar mı?
Bu soru, toplumda sıkça merak edilen, hatta bazen şaşkınlıkla karşılanan bir sorudur.
Bir psikolog olarak, bu konuya hem kişisel hem de mesleki bir perspektiften ışık tutmak istiyorum.
Cevap net ve gür bir evet: Psikologlar da psikoloğa gider.
Ve bu, mesleki yeterliliklerinin bir eksikliği değil, aksine bir gerekliliğidir.
Neden Bir Psikolog Terapiye İhtiyaç Duyar?
Bu sorunun cevabı oldukça katmanlıdır.
İlk olarak, insan olmamızdan kaynaklanan ortak paydamız var.
Herkes gibi biz de stresle, kaygıyla, hüzünle, travmalarla veya günlük yaşamın getirdiği sıradan zorluklarla baş etmek zorundayız.
Bir psikolog olmamız, bizi bu evrensel deneyimlerden muaf kılmaz.
Aksine, mesleğimizin getirdiği özel yükler de vardır.
1. Mesleki Yük ve Tükenmişlik:
Psikologlar, danışanlarının acılarına, travmalarına, kaygılarına ve yaşam mücadelelerine tanıklık ederler.
Bu süreç, empati gerektiren ve zaman zaman oldukça yıpratıcı olabilen bir süreçtir.
“İkincil travmatizasyon” veya “şefkat yorgunluğu” olarak adlandırılan durumlar, psikologların karşılaştığı mesleki risklerdir.
Sürekli olarak başkalarının yükünü omuzlamak, kendi duygusal rezervlerini tüketebilir ve tükenmişliğe yol açabilir.
Bu noktada, kendi zihinsel ve duygusal refahımızı korumak için dışarıdan bir desteğe ihtiyaç duyarız.
Kendi duygusal çantalarımızın boşaltılması, başkalarına daha etkili bir şekilde yardımcı olabilmemizin anahtarıdır.
2. Kör Noktalar ve İçsel Önyargılar:
Herkesin kendi kişisel tarihi, değerleri, inançları ve deneyimleri vardır.
Bu durum, bir psikolog için de geçerlidir.
Belli konulara veya durumlara karşı bilinçdışı önyargılarımız, kör noktalarımız olabilir.
Kendi terapi sürecimiz, bu kör noktaları fark etmemize, kendi içsel dinamiklerimizi anlamamıza
ve böylece danışanlarımıza karşı daha objektif ve tarafsız bir duruş sergilememize yardımcı olur.
Kendi içsel “temizliğimizi” yapmadan, başkalarının içsel karmaşıklıklarını doğru bir şekilde yorumlamamız mümkün değildir.
Kendi terapi yolculuğumuz, adeta bir “kalibrasyon” görevi görür.
3. Model Olmak ve Dürüstlük:
Bir psikolog olarak, danışanlarımıza terapiye başvurmanın önemini, zihinsel sağlığa verilen değeri anlatırken, kendimizin bu adımı atmıyor olmamız büyük bir çelişki yaratır.
Kendi terapimiz, danışanlarımıza sadece teorik bilgiler sunmakla kalmayıp, aynı zamanda pratiğe dökülmüş bir örneklik sunar.
Bu, mesleki etik ve dürüstlüğün bir gereğidir.
Kendi deneyimlerimiz üzerinden empatik bir bağ kurmak, danışanlarımızın bize olan güvenini pekiştirir ve terapi sürecinin etkinliğini artırır.
Psikologların da terapiye gitmesi, “terapi işe yarar” mesajının en güçlü kanıtıdır.
4. Sürekli Gelişim ve Kişisel Büyüme:
Terapi, sadece sorun çözme aracı değildir; aynı zamanda bir kişisel gelişim ve büyüme yolculuğudur.
Bir psikolog olarak, kendimizi sürekli geliştirmeye, kendi potansiyelimizi keşfetmeye ve daha iyi bir insan olmaya yönelik bir arayış içinde olmalıyız.
Kendi terapi sürecimiz, bu kişisel büyüme yolculuğumuzun önemli bir parçasıdır.
Kendi duygusal repertuarımızı genişletmemiz, stresle baş etme mekanizmalarımızı güçlendirmemiz
ve yaşamın getirdiği değişimlere uyum sağlamamız için bize bir alan sunar.
Psikologların Terapi Süreci Nasıl İşler?
Bir psikologun terapiye gitmesi, diğer danışanlardan farklı bir süreç değildir.
Gizlilik, etik ilkeler ve terapötik ilişki aynı şekilde geçerlidir.
Ancak, psikologlar genellikle kendi uzmanlık alanlarından farklı bir alanda çalışan
veya farklı bir terapi ekolünden gelen bir terapisti tercih ederler.
Bu, hem objektiviteyi sağlamak hem de farklı bakış açılarından faydalanmak içindir.
Kendi terapi deneyimimden de yola çıkarak şunu söyleyebilirim:
Bir psikolog olarak terapiye gitmek, bazen daha zorlayıcı olabilir.
Çünkü bizler, psikolojik süreçlere daha fazla aşinayız ve bazı durumlarda kendi savunma mekanizmalarımızı veya dirençlerimizi daha kolay fark edebiliriz.
Ancak bu farkındalık, süreci daha derinlemesine yaşamamıza ve daha anlamlı çıkarımlar elde etmemize olanak tanır.
Terapistimizin bize sorduğu o “basit” soruların, aslında ne kadar derin anlamlar taşıdığını
ve bizi ne kadar içsel bir keşfe sürüklediğini en iyi biz biliriz.
Toplumsal Algı ve Damgalanma
Ne yazık ki, toplumda hala zihinsel sağlık konularına yönelik bir damgalanma mevcuttur.
Bir psikologun terapiye gitmesi, bazı kesimler tarafından “kendi sorunlarını çözemeyen” veya “yetersiz” olduğu şeklinde yanlış yorumlanabilir.
Bu algı, hem psikologlar için hem de genel olarak zihinsel sağlığa hizmet alanlar için önemli bir engel teşkil eder.
Bu nedenle, psikologların kendi terapi süreçlerini açıkça ifade etmeleri ve bu konudaki tabuları yıkmaları büyük önem taşır.
Aslında, bir psikologun terapiye gitmesi;
mesleki sorumluluğunun, etik anlayışının ve kişisel gelişimine verdiği önemin bir göstergesidir.
Tıpkı bir cerrahın kendi sağlığı için bir başka doktora gitmesi gibi, bir psikologun da zihinsel sağlığı için bir meslektaşından destek alması oldukça doğaldır ve gereklidir.
Bu durum, bize danışanlarımıza karşı daha empatik, daha anlayışlı ve daha etkili bir şekilde yaklaşma imkanı sunar.
Sonuç Yerine: Bir Süreklilik Hali
Psikolog olarak kendi terapi yolculuğum, bana sadece kendi içsel dünyam hakkında değil,
aynı zamanda terapi sürecinin kendisi hakkında da paha biçilmez içgörüler sağladı.
Danışan koltuğunda oturmak, dinleyen ve yönlendiren taraf olmaktan çıkıp,
o kırılganlık, belirsizlik ve keşif anlarını bizzat deneyimlemek, mesleki pratiklerimi derinden etkiledi.
Daha sabırlı, daha anlayışlı ve daha az yargılayıcı olmayı öğrendim.
Psikologlar da psikoloğa gider.
Çünkü biz de insanız.
Çünkü kendi karanlık odalarımızı aydınlatmadan, başkalarının yolunu aydınlatamayız.
Çünkü mesleğimizin bize yüklediği sorumluluk, her şeyden önce kendi içsel dünyamızı iyi tanımayı ve sürekli olarak yenilemeyi gerektirir.
Bu bir eksiklik değil,
bir ayrıcalık,
bir sorumluluk
ve bir süreklilik halidir.
Kendi içsel yolculuğumuzu sürdürdükçe, başkalarının yolculuklarına daha sağlam adımlarla eşlik edebiliriz.
Uzm. Psikolog Diğdem Keskin