Yazarlar

İnsanlık Nereye Gidiyor?

2025’in ilk saatlerini Taksim Meydanı’nda dans, müzik ve şampanyayla karşılayanların görüntüleri bir yanda; Filistin için Galata Köprüsü’nde dualarla sabaha ulaşanların sessiz çağrıları diğer yanda. Bir yanda eğlencenin büyüsüne kapılanlar, diğer yanda zulmü hisseden ve ona ses olan vicdan sahipleri.

Peki, bu kadar farklı uçlarda yaşanan insanlık tabloları bize ne anlatıyor?

İnsanlık, her dönem farklı sınavlardan geçiyor. Ama bugün yaşadıklarımız, bireysel özgürlük ile toplumsal duyarlılık arasındaki uçurumun ne kadar derinleştiğini açıkça gözler önüne seriyor.

Bir toplumun bir kısmı savaşların, zulümlerin ve kayıpların ağırlığını omuzlarında taşırken, diğer kısmı “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla kendi dünyasına kapanmış durumda.

Empati Yoksunluğu: Modern Dünyanın Sorunu

Eskiden bir komşumuz vefat ettiğinde, evlerimizde müzik dinlemek bir yana, televizyon dahi açmazdık.
O acıyı paylaşır, yasın büyüklüğünü birlikte hissederdik.
Şimdi ise dünyanın herhangi bir köşesinde bir trajedi yaşanırken, aynı anda başka bir köşede umursamaz bir eğlence sürüyor.

Empati, modern dünyanın en büyük kayıplarından biri oldu.
İnsanlar, acının uzağındaysa kendilerini sorumluluktan da uzak hissediyor.

Ukrayna’dan Avrupa ülkelerine sığınanların, kendi ülkelerinde yaşanan acıyı unuturcasına eğlencelerde boy göstermesi, bu durumun ne kadar evrensel bir sorun olduğunu gösteriyor.

Filistin’de masum çocuklar zulüm altında ölürken, başka bir köşede kutlamalar düzenleniyor.
Bu rahatlık, nasıl açıklanabilir?
Kendi aileniz bombalar altındayken, ölüm korkusu içindeyken, siz nasıl eğlenebilirsiniz?

Toplumsal Duyarlılıktan Bireysel Rahatlığa Şahitlik Ediyoruz

Bu soru, aslında çok daha derin bir dönüşümü işaret ediyor:
Toplumsal duyarlılık yerini bireysel rahatlığa bırakıyor.
İnsanlar, acıyı paylaşmak bir yana, görmezden gelmeyi ve uzak durmayı tercih ediyor.

Bu, bir yandan modern dünyanın bireycilik ideolojisinin bir sonucu, diğer yandan ise dijital çağın getirdiği bir duyarsızlaşma hali.

Ekranlarda izlediğimiz trajediler, gerçekliği sorgulatır hale geldi.
Belki de bu yüzden insanlar, acıyı kendi deneyimleri haline getiremiyor.

Peki Ne Yapmalıyız?

Bu tablo karşısında, “Hangi kesim doğrusunu yapıyor?” sorusunu kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.

Ancak, insanlık değerlerimizi kaybetmemek adına sormamız gereken asıl soru şu:
Empatiyi, dayanışmayı ve paylaşmayı yeniden nasıl inşa edebiliriz?

İnsanlık, acıyı paylaşma yeteneğini kaybettiğinde, insan olmaktan da uzaklaşır.
Her birey, kendi rahatının ve konforunun ötesine bakmayı öğrenmek zorunda.

Zulüm bir coğrafyayla sınırlı değil; insani değerler de öyle olmamalı.

Bugün, dünya üzerinde bir yerde masum bir çocuk acı çekiyorsa, başka bir yerde şampanya patlatmanın hiçbir anlamı yok.
İnsan olmanın gereği, birbirimizin acısını hissedebilmekten geçer.

Gençliğim Erzincan ve Otlukbeli’nde geçti.
Yastaki bir komşumuz varken en az üç gün evimizde televizyon açmadığımız, müzik dinlemediğimiz günleri hatırlıyorum.
Büyüklerimizden, ailemizden biz böyle gördük.

Küçük ama anlamlı bu davranışlar, insanlık vicdanını ayakta tutan unsurlardı.

Son Söz Olarak

İnsanlık, bir yol ayrımında.
Empatiyi, dayanışmayı ve vicdanı kaybettiğimiz noktada, insan olmanın anlamını da kaybederiz.

Bugün yaşananlar, hepimize bu sorumluluğu hatırlatmalı:
Başkalarının acısını hissedebilmek, insanlığın en temel erdemidir.
Ve bu erdemi kaybetmek, insan olmayı kaybetmektir.

2025’in ilk sabahı bize bir kez daha sorumluluklarımızı hatırlattı.
İnsanlık, duyarsızlıkla sınanıyor. Hangi yolu seçtiğimiz, geleceğimizi belirleyecek.


Suat ŞAHİN
01.01.2025

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu