
Gelin açık konuşalım…
Bir ülkede her sabah daha fakir uyanan bir halk varsa,
orada yalnızca ekonomi değil,
vicdan da enflasyon altındadır.
Her geçen gün,
fakirin yükü artıyor,
zenginse daha da büyüyor.
Ama adalet dediğimiz şey, tam da bu farkı dengelemek içindir.
Devlet, terazinin fakir tarafına ağırlık koyandır.
Ama ya o terazi tersine çalışıyorsa?..
Donald Trump…
Ortadoğu halkları için acı ve baskı dolu politikaların mimarı.
Bu yönüyle kendisini açıkça kınıyorum.
Ne Filistin’deki zulmü,
ne emperyalist söylemlerini kabul etmem mümkün değil.
Hiçbir masumu gözyaşına boğan lider, ne övülür ne de görmezden gelinir.
Ama aynı Trump,
geçtiğimiz günlerde öyle bir yasa tasarısı tanıttı ki…
İnsan ister istemez düşünüyor:
“Zulümde bu kadar kararlı bir adam bile kendi halkının fakirine sahip çıkıyorsa,
bizim yönetenlerin bahanesi nedir?”
Trump’ın tanıttığı yasa;
düşük gelirli vatandaşlara vergi muafiyeti,
barınma desteği,
ücretsiz sağlık yardımı ve daha nicelerini içeriyor.
Yani devlet, zengini daha da büyütmeyi değil,
yoksulunu ayağa kaldırmayı hedefliyor.
Burada durmak gerek.
Çünkü mesele Trump değil.
Mesele, devletin kendi halkına nasıl baktığı.
Kim olursa olsun,
hangi devlet olursa olsun,
eğer kendi fakirine omuz veriyorsa,
alkışı hak eder.
Çünkü bu bir siyaset değil,
insanlık meselesidir.
Ama aynı açıklıkla söylemeliyim:
Bizde işler tam tersi yürüyor.
“Reform” denilen her şey,
fakirin sofrasındaki ekmeği küçültüyor.
MTV’ye ek zam,
üreten kadına vergi,
faturayı geç ödeyene faiz,
ama holdinglere teşvik…
Devletimizin yıllardır yaptığı büyük yatırımları görmezden gelmek,
en hafif ifadeyle nankörlüktür.
Savunma sanayiindeki atılımlar,
altyapı projeleri,
yerli üretim hamleleri elbette takdiri hak ediyor.
Bunları inkâr etmek,
milletin emeğine,
devletin gayretine haksızlık olur.
Ancak tüm bu yatırımlar ne kadar kıymetliyse,
halkın yaşadığı geçim sıkıntısı da o kadar gerçektir.
Vatandaş geçinemiyorsa,
pazarda eli titriyorsa,
maaşı ay sonunu görmüyorsa,
orada bir adalet sorunu vardır.
Takdir ettiğimiz bu büyük projelerle birlikte,
bu halkın da görülmeye,
duyulmaya,
omuzlanmaya ihtiyacı var.
Bugün Türkiye’de
bir emekli maaşıyla geçinmek mucize sayılıyor.
Asgari ücretle ay sonunu getirmek,
etiketi her gün değişen pazarda
imkânsız bir denge oyunu artık.
Devletin verdiği
ne emekli maaşı,
ne asgari ücret;
bir evin ışığını açık tutmaya,
bir tencereyi kaynatmaya yetmiyor.
Devletimiz büyük, devletimiz güçlüdür.
Ve ben inanıyorum ki;
bu kadar fakirlik içinde kıvranan halkını ayağa kaldıracak irade ve imkâna sahiptir.
Yeter ki bu feryatlar duyulsun.
Yeter ki bu sessiz çığlıklar görülüp,
adil bir çözüm için samimi bir irade ortaya konsun.
Peki devletimiz bunu ne zaman görecek?
Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek ve devlet büyüklerimiz,
her konuşmalarında
“idare edin”,
“az kaldı, atlatıyoruz” diyorlar.
Ama halk artık bu sözlere ne kadar inanıyor?
Güven duygusu ne kadar ayakta kalabiliyor?
İşte orası büyük bir soru işareti.
Devlet “kemerinizi sıkın” derken,
bir bakanın,
savaş ihtimaliyle gerilen Yunanistan kıyılarında,
milyon dolarlık yatla tatil yapması,
meselenin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
Tatil elbette haktır.
Ama başka bir yer mi yoktu?
Bu kadar göz önünde olmak zorunda mıydı?
Garibana “sabret, idare et” diyenler,
magazin manşetlerinde tatil pozları veriyor.
Bu artık yalnızca ekonomik değil,
ahlaki bir meseleye dönüşmüş durumda.
Ve bu tablo açıkça şunu gösteriyor:
Bu ülkede devlet, fakirin değil zenginin yanında duruyor.
Devlet, fakirin yükünü değil, zenginin konforunu omuzluyor.
Ekonomik kriz varsa,
neden fatura yine alt kesime kesiliyor?
Neden zam, en önce yoksulun mahallesine uğruyor?
Bu soruların cevabı yok.
Trump’ın o yasa videosunu,
Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’in de dikkatle izlemesinde fayda var.
Belki o zaman bazı şeyleri yeniden düşünme fırsatı bulur.
Belki bir anlığına da olsa,
kararların istatistik değil, insan hayatı olduğunu hatırlar.
Reform, sadece rakamla oynamak değil;
vatandaşa güven vermek, yükünü hafifletmektir.
Devlet olmak, yalnızca tablo okumak değil;
toplumun ruhunu ve sabrını anlamaktır.
Unutmayın…
Bir devletin büyüklüğü,
köprüyle, betonla, ihaleyle değil;
fakirin duası,
garibanın güveniyle ölçülür.
Bugün o güven yıkılmışsa,
sebep yalnızca enflasyon değil…
çözüm üretmeyen kör vicdan anlayışıdır.
Ve şimdi soralım:
Kimin yükü omuzlanıyor?
Kimin sırtına yeni yükler ekleniyor?
Devlet Kimin Omuzunda?